Bugün ve bundan sonraki haftalarda -RAB dilerse- Kutsal Kitap’taki “önemsiz bir mektup” üzerinde düşüneceğiz.
Önemsiz dediğim için bana kızmayın, “önemsiz bir mektup” ifadesini, Yakup mektubu için kullanan kişi Martin Luther’dir. M. Luther, Tanrı’nın çok büyük işler yapmak için kullandığı, tarihe geçen bir adamdı. Ama neticede bir “adam”dı ve her adam gibi o da kusurluydu. Yakup mektubu hakkında böyle bir ifade kullandı, çünkü hayatını ve mücadelesini iyi biliyorsunuz, onun mücadele ettiği kişiler, kurtuluş için iman kadar iyi işlerin de gerekli olduğuna inanıyordu. Diğer taraftan Yakup mektubu ise iyi işlerle ilgili öğretilerle doluydu. Luther, ve tabi ki onunla birlikte pek çok kişi Yakup mektubunu eksik yorumladı ve “önemsiz” yakıştırmasını yaptı.
Gerçekte Yakup mektubunun bir başyapıt olduğunu söylersek abartmış olmayız. Küçük ve eğiticidir ve çok pratik konulara değinir. Gerçekten de çok sevilmeyen bir mektuptur, çünkü şu konulara değiniyor: İnsanın dilini denetlemesi, zenginlere zengin oldukları için saygı gösterilmesi, imanımızın gerçek olduğunu yaşamlarımızda göstermemizin gerekliliği. Bu konular kimsenin kolay kolay hoşuna gitmeyecek konulardır.
Geçen hafta biraz bahsetmiştim. Kilisede hangi konularda ve hangi bölümlerden vaaz vereceğim konusunda Tanrı’ya dua ettim ve yüreğimde Yakup mektubuna doğru çok güçlü bir yönlendirme hissettim. Yakup mektubu kişisel olarak benim de tercihim olmazdı. Ama yürekten inanıyorum ki, Tanrımız bizlerden bu dönemde, bu mektuptaki “önemli” uyarılarını hatırlamamızı ve dikkate almamızı istiyor.
Ayetlere geçmeden önce kısa birkaç bilgi vermek istiyorum. İncil’de dört farklı Yakup var ama birçok sebepten bu mektubun yazarının İsa’nın kardeşi olan Yakup olduğuna inanılıyor. Sebeplerini vaaza eklemiyorum ama toplantıdan sonra sebebini sormak isteyen olursa sohbet zamanında konuşabiliriz. Yakup hakkında bildiklerimiz, Yahudiliğe bağlı bir adamdı. Yeruşalim’de İ.S. 48-49 yıllarında, yasa konusunda kararlar alınan bir toplantıyı yönetti. Tarihçi Josephus’a göre ise, yasaya bağlılığı sebebiyle Yahudiler arasında sevilen birisi olmasına rağmen, yasak olduğunu bile bile Mesih’e tanıklık ettiğinden dolayı İ.S. 62 yılında şehit edildi. Bu yıllar göz önüne alındığında da, İncil’in kaleme alınan ilk bölümü olduğu düşünülüyor.
Şimdi 1. ayetten başlayarak mektuba geçelim:
Ayet 1: Tanrı’nın ve Rab İsa Mesih’in kulu ben Yakup, dağılmış olan on iki oymağa selam ederim.
Yakup kendisini “Tanrı’nın ve Rab İsa Mesih’in kulu” olarak tanımlıyor. Eğer bu Yakup, bahsettiğimiz gibi ve genel olarak inanılan gibi, İsa’nın kardeşi olan Yakup ise, ilginç bir nokta ortaya çıkıyor.
Yu.7:5’te Yuhanna, İsa için şu cümleyi kullanıyor: “Kardeşleri bile O’na iman etmiyorlardı.”
Ve Markos 3:21’de benzer bir şekilde şu cümle var: “Yakınları bunu duyunca, ‘Aklını kaçırmış’ diyerek O’nu almaya geldiler.”
Yani İsa Müjde’yi duyururken, kardeşleri ve yakınları bile O’na iman etmiyor ve aklını kaçırmış olduğunu düşünüyorlardı. Ama o zaman pek önemsenmese de, Tanrı’nın sözleri, herkesin yüreklerinde kök salıyordu. Bugün de böyledir. Tanrı’nın sözü çok sayıda kuşkucu kişiyi “Tanrı’nın kulları” haline getirdi. Bizler de Müjde’yi paylaşırken bunu hatırlayabiliriz.
Aslında sadece “Tanrı’nın” değil de, “Tanrı’nın ve Rab İsa Mesih’in kulu” diyor. Yani o ayetteki gibi (Yuh.5:23) Baba’yı onurlandırdığı gibi Oğul’u da onurlandırıyor.
Ve hemen devamında mektubun kime hitaben yazıldığını okuyoruz: “Dağılmış olan on iki oymağa.”
Yani kime? Asıl dağılma, iki hafta öncenin vaazında bahsettiğimiz o peş peşe gelen İsrail ve Yahuda krallarının ve halklarının günahları sonucunda Tanrı’nın onları sürgüne göndermesiyle oldu. Bunlardan az bir bölümü, yine o vaazda okuduğumuz gibi, Ezra ve Nehemya’nın günlerinde ülkelerine döndü. Ama İsa’dan sonra başka bir dağılma daha oldu. Mesih’e inanan Yahudiler de dağılmak zorunda kaldılar.
Elçilerin İşleri 8:1 İstefanos’un ölümünü Saul da onaylamıştı. O gün Yeruşalim’deki kiliseye karşı korkunç bir baskı dönemi başladı. Elçiler hariç bütün imanlılar Yahudiye ve Samiriye’nin her yerine dağıldılar.
Ve bazı tarihçiler, dağılan imanlıların Fenike, Kıbrıs ve Antakya bölgelerine kadar sürüldüğünü yazıyor. Bu mektup onlara yazıldığı için bizi ilgilendirmez mi? Bizler de bu dünyada yabancı ve konuk değil miyiz? Belki bu mektup doğrudan değil, ama yine de bize yazıldı.
Ayet 2: Kardeşlerim, çeşitli denemelerle yüz yüze geldiğinizde bunu büyük sevinçle karşılayın.
Denenmeyle yüz yüze geldiğinde sevinçle karşılayan kimse var mı?
Bölümün geneline baktığımızda, Yakup iki farklı denenmeden bahsediyor: Öncelikle 2-12 ayetlerinde “Tanrı’dan gelen, imanımızın gerçekliğini sınayan ve bizi Mesih’e benzer hale getiren, kutsal denenmeler”den, sonra da 13-17 ayetlerinde “Kutsal olmayan ayartılardan” bahsediyor. Biz bugün Kutsal denenmelere bakacağız.
Hepimiz iyi biliyoruz ki bir Hristiyan’ın yaşamı problemlerle doludur. Çok çeşitlidirler: kimi zaman beklenmedik anda gelir, kimi zaman üst üste gelir, ama bir konuda ortaktırlar ki: mutlaka gelirler! Yakup, “yüz yüze gelirseniz” değil, “yüz yüze geldiğinizde” diyor. Hristiyanlar olarak denenmelerden kaçamıyoruz. Önemli olan, denenme geldiğinde ne yapacağımızdır.
Bir denenmeyle karşılaştığımızda genel tepkilerimiz nelerdir? Hafife alırız, cesaretimizi kaybederiz, söyleniriz (neden böyle, neden şöyle), şikayet ederiz, kaderci bir insana dönüşürüz. Bazen Tanrı’yı bile sorgularız. Bunun kronikleştiği durumlarda ise, öyle bir insan haline geliriz ki, sürekli kendisine acıyan, sürekli ilginin kendi üzerinde olmasını isteyen insanlar haline geliriz. Tanrı bu tepkilerimizden hoşnut olmayacak. Bunun yerine şu ayeti hatırlayabiliriz:
İbraniler 12:11 Terbiye edilmek başlangıçta hiç tatlı gelmez, acı gelir. Ne var ki, böyle eğitilenler için bu sonradan esenlik veren doğruluğu üretir.
Bu denenmeler bizim yararımızadır. Bu tepkiler yerine şunu söyleyebiliriz kendimize: “Bu denenmeler benim yararımadır. Bunun olmasına Tanrı izin veriyor. Tanrı’nın benim için iyi bir amacı olduğunu biliyorum ama bunun ne olduğunu bilmiyorum. Benden ne istediğini öğreneceğim. Hayatımda Tanrı’nın amacı gerçekleşsin!”
Bu yüzden Yakup diyor: Sevinin! Cesaretinizi kaybetmeyin, isyan etmeyin. Tanrı bizimledir çünkü Tanrı bizlerin Mesih’e benzemesi için hayatımızla uğraşıyor. Bu denenmeler düşmanımız değil. Ruhun meyvelerinin çıkması için bazen olumsuz koşullar da gerekiyor. “Fırtınasız denizden iyi kaptan çıkmaz.”
Kaç kez şunu duydunuz: “Çok zordu benim için, ama Tanrı iyi ki bu tecrübeyi yaşamama izin verdi.” Ben bunu çok söylerim. Aynı tecrübeleri tekrar yaşamak istemem, ama ondan öğrendiklerimi inkar edemem.
Ayet 3-4: Çünkü bilirsiniz ki, imanınızın sınanması dayanma gücünü yaratır. Dayanma gücü de, hiçbir eksiği olmayan, olgun, yetkin kişiler olmanız için tam bir etkinliğe erişsin.
Dayanma gücüne sahip olabilmemiz için bazen imanımızın sınanması gerekiyor. Sorunlar bizleri iman hayatımızda güçlendiren şeylerdir, her şey sorunsuz olsaydı gelişmemiz de mümkün olmazdı.
Dayanma gücünün tam bir etkinliğe erişmesi gerekiyor. Ama bazen biz kendimiz buna engel oluyoruz. Nasıl? Bir denenme geldiğinde, odak noktamız şudur: Hemen denenmeden kurtulmak. Çünkü sorunlardan bunalıyoruz ama Tanrı’nın amacının ne olduğunu sormadan önce sıkıntıdan çıkmak zordur. Tanrı bizi o denenmeyle bir sonuca ulaştırmak istiyor ama biz O’nun planını engelliyoruz. Bu sebepten de bir kısır döngü yaratıyoruz çünkü ileride Tanrı bize o konuda yine bir şey öğretmek istiyor ama bu sefer eskisinden daha fazla sorun yaşıyoruz çünkü sorun daha da kök salmış oluyor. Diş hekimine gitmek için ağzımızın mahvolmasını bekleseydik, ne kadar acı çekerdik? Ama ilk başta gidersek, ne kadar acı çekeriz? Dayanma gücümüzü geliştiren olaylardan kaçarsak, Tanrı’nın amacı hayatlarımızda gerçekleşmeyecek.
Cesaretimiz kırılmasın. Esenlik, sadece Tanrı’ya gerçekten boyun eğdiğimizde geliyor. Tanrı’nın amacına odaklanalım, hiçbir sorun zaten Tanrı’dan büyük değildir. Bazı sorunlar hiçbir zaman geçmeyecek. Pavlus “Bu hastalığı benden al” dediğinde Tanrı “Lütfun sana yeter” karşılığını verdi.
Ayet 5-8 İçinizden birinin bilgelikte eksiği varsa, herkese cömertçe, azarlamadan veren Tanrı’dan istesin; kendisine verilecektir. Yalnız hiç kuşku duymadan, imanla istesin. Çünkü kuşku duyan kişi rüzgarın sürükleyip savurduğu deniz dalgasına benzer. Her bakımdan değişken, kararsız olan kişi Rab’den bir şey alacağını ummasın.
Tanrı’nın bizi azarlayacağından korkmaya gerek yoktur. Tanrı, amacının ne olduğunu anlamak isteyen kişilere her zaman yardım ediyor. İhtiyacımız olan bilgeliği O’ndan isteyelim. Kutsal Kitap’ta kiminle evlenmek istediğimiz ya da finansal durumumuzu nasıl yöneteceğimize dair spesifik yanıtlar yok ama O’nun içinde Tanrı’nın ilkeleri var. Tanrı’nın ilkelerini hayatlarımıza uygulamak için de bilgeliğe ihtiyacımız var.
Ama bunu isterken kuşku duymadan istemeliyiz. Esenlik içinde olmak için O’nun Hey Şeye Gücü Yeten Tek Tanrı olduğuna iman etmeliyiz. O zaman esenlik buluruz çünkü şüphe duyduğumuzda rüzgarla savrulan deniz dalgası gibi değişken ve kararsız oluruz. Bir o tarafa bir bu tarafa gider geliriz.
Ayet 9-11 Düşkün olan kardeş kendi yüksekliğiyle, zengin olansa kendi düşkünlüğüyle övünsün. Çünkü zengin kişi kır çiçeği gibi solup gidecek. Güneş yakıcı sıcağıyla doğar ve otu kurutur. Otun çiçeği düşer, görünüşünün güzelliği yok olur. Zengin de bunun gibi kendi uğraşları içinde kaybolup gidecektir.
İlk bakışta bu ayetler konuyla ilgisiz gibi geliyor ama Yakup burada “denenme” konusunda örnek veriyor. Özetle söylemek istediği şey şudur: İnsan hangi durumda olursa olsun, bu durumdan ruhsal yararlar sağlayabilir. Örnek: fakir birisi, her durumda tembel demektir diyemeyiz. Tanrı onun belli bir düzeyde kazanmasını uygun görmüştür. Geçen hafta bunu işledik. Tanrı her birimize farklı bereketler veriyor. Ama biz ne yapıyoruz?
Bir çok Hristiyan sürekli şikayet eder. Cinsiyetinden, boyundan, yaşından. Erkekler kadınları daha şanslı görür kadınlar da erkekleri. Uzun boylu insanlar kısa olmak ister kısa boylu insanlar uzun. Gençler yaşlı olmak ister yaşlılar genç olmak ister. Pavlus diyor ki: “…şimdi ne isem, Tanrı’nın lütfuyla öyleyim.” Bizim için doğru bakış bu olmalı. Tanrı’dan gelen ve değiştiremeyeceğimiz şeyleri kabul etmeliyiz. Bu örnekte zenginlik kötülenmiyor. Göksel değerlerin değil de dünyasal değerlerin peşinden gidenlerin sonu resmediliyor. Yoksa alçakgönüllüyü yücelten de lütuftur, zengini alçakgönüllü yapan da yine lütuftur. Son olarak:
Ayet 12: Ne mutlu denemeye dayanan kişiye! Denemeden başarıyla çıktığı zaman Rab’bin kendisini sevenlere vaat ettiği yaşam tacını alacaktır.
Tanrı sıkıntılara dayanan kişileri kutsuyor. Bu taç, bizim için büyük bir ödüldür değil mi? Bu taç, Mesih’in yargı gününde alacağımız ödüldür. Tabi ki sonsuz yaşam, bu denenmelerden başarıyla geçecek olanlara verilecek olan ödül değildir. Ama şimdiki zamanda gösterdiğimiz iman ve sabrın, yargı kürsüsünde onurlandırılmasıdır.
İsa Mesih’e iman aracılığıyla sonsuz yaşama kavuştuk. Ama yargı kürsüsünde söylenip duran da, sevgiyle katlanan da kendi ödüllerini alacak.
Şimdi bugünden itibaren bu ilkeleri hayatlarımıza uygulayalım mı? Şu soruları soralım: Değişik denenmelerle yüz yüze geldiğimde:
Bunu şanssızlık olarak görüp şikayet mi ediyorum? – Yoksa Tanrı’ya şükrediyor muyum?
Sıkıntılarımı herkese ilan mı ediyorum? – Yoksa sakince ve Tanrı’yla sıkıntılara katlanıyor muyum?
Denenmenin biteceği günü mü iple çekiyorum? – Yoksa Tanrı’nın amacını anlamaya çalışıyor muyum?
Kendimi acındırmaya mı çalışıyorum? – Yoksa başkalarına hizmet etmeye mi çalışıyorum?
Rab her birimizi ve kilisesini bereketlesin.