Sezar’ın Hakkı Sezar’a
MARKOS 12:13-17 ‘Daha sonra İsa’yı söyleyeceği sözlerle tuzağa düşürmek amacıyla Ferisiler’den ve Hirodes yanlılarından bazılarını O’na gönderdiler. Bunlar gelip İsa’ya, “Öğretmenimiz” dediler, “Senin dürüst biri olduğunu, kimseyi kayırmadan, insanlar arasında ayrım yapmadan Tanrı yolunu dürüstçe öğrettiğini biliyoruz. Sezar ‘a vergi vermek Kutsal Yasa’ya uygun mu, değil mi? Verelim mi, vermeyelim mi?” Onların ikiyüzlülüğünü bilen İsa şöyle dedi: “Beni neden deniyorsunuz? Bana bir dinar getirin bakayım.” Parayı getirdiler. İsa, “Bu resim, bu yazı kimin?” diye sordu. “Sezar’ın” dediler. İsa da, “Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya verin” dedi. İsa’nın sözlerine şaşakaldılar. ‘
Biraz önce / önceki bölümde ne olmuştu? Bağ kiracıları benzetmesi ile İsa, Yahudi önderlere, kendi yüreklerinin durumunu onların yüzüne vurmuştu. Yahudi önderler İsa’nın kendilerinden bahsettiğini hemen anlamış ve onu tutuklamak istemişler, ama yapamamışlardı.
Şimdi Ferisiler, Hirodes yanlıları ile birlikte İsa’yı tuzağa düşürmek istiyorlar. Nasıl? İsa’ya tuzaklı sorular sorarak. Neden? Ağzından yanlış bir cümle çıksın ki onu yetkililere teslim edelim düşüncesiyle.
Buna yabancı değiliz. Örneğin iyi niyetli olmayan insanlar, sanki haberci veya araştırmacı gibi size gelip sorular sorabilir, aslında iyi bir niyetle açıklamak için söylediğiniz cümlelerden cımbızla kelimeleri çeker ve sonra sizi kötü gösterebilir. Bu gibi durumlara bazen tanık oluruz, hatta bazen kendi başımıza gelir.
Şimdi vereceğim örnek lütfen yanlış anlaşılmasın. Asla siyasi bir olay olduğu için değil, sadece bizzat tanık olduğun bir olay olduğu için bunu anlatıyorum. Zaten bir siyasi olay da sayılmaz ama yine de bunu söylemiş olayım.
Bir gün tesadüf eseri denk geldiğim bir tartışma programında, ismini hatırlamadığım bir tarihçi, Atatürk’ün gerçekte İngiltere için çalışan bir ajan olduğu iddialarını çürütmeye çalışıyordu. Bazı noktalarda belgeler göstererek Atatürk’ün öyle olmadığını kanıtlamaya çalışıyordu. O programın tamamını değil ama uzunca bir kısmını seyrettim. Sonra aradan saatler geçti. Sosyal medya hesabıma bakarken, bir video fark ettim. Tıkladığımda gördüğüme inanamadım. Videoda, o tarihçinin, farklı anlarda söylediği farklı cümleler, montaj yoluyla sanki art arda söylenmiş gibi birleştirilmiş ve bir dakikalık o videoyu seyrettiğinizde, tarihçi, Atatürk’ün aslında İngiltere için çalışan bir ajan olduğunu söylüyor!
İyi niyetli olmayan insanlar, bunun aynısını Kutsal Kitap için, Hristiyanlar için ve Tanrı için yapıyorlar. Bu kişilerin gerçekte iki yüzlü olduğunu söyleyebiliriz. İsa da onlara öyle dedi. Çünkü size gösterdikleri bir yüz vardır, haberci veya araştırmacı yüzü. Ya da konu her neyse. Ama bir de gerçek yüzü vardır, gerçekte size zarar vermek isteyen, kötü niyetli. Çok kolay tuzağa düşülebilir. Rab hepimize bilgelik versin. Öğretmenimiz bunu çok yaşadı ve bu olay onlardan bir tanesi.
İlginç bir nokta: Ferisiler özünde dini bir grup, İsrail halkının dini önderleri. Ama aynı zamanda onlar bir siyasi gruptu.
İsrail toprakları, İsa’nın yaşadığı bu dönemde Roma imparatorluğunun işgali altındaydı. İsrail halkına Romalılar hükmediyordu. Belli noktalarda kendi içlerinde bir özerklik olabilir, ama son sözü Roma söylüyordu. Doğal olarak Ferisiler bundan hiç hoşnut değillerdi.
Diğer tarafta da Hirodes yanlıları var. Onlar kimdir? Onlar da İsrailli, ve onlar da bir siyasi grup. Ama onların farkı şudur: o dönemin Roma yönetimine tamamen bağlılardı. Bu yüzden Hirodes’in çıkarlarını kolluyorlardı. Ve bu yüzden, Ferisilere düşmanlardı.
Ama bu bölümde ve Kutsal Kitap’ın başka yerlerinde ne görüyoruz? Ferisiler ve Hirodes yanlıları, İsa’yı yakalamak ve öldürmek için birlikte hareket ediyorlar. Düşmanlar, birlikte hareket ediyorlar.
Siyasetten konu açtılar: Sezar’a vergi ödemek yasaya uygun mu? Hangi yasaya? Kutsal Yasa’ya.
Tabii ki Ferisi olsun Hirodes yanlısı olsun, hiçbir Yahudi, Roma’nın hükmü altında olmaktan mutlu değildi. Ferisiler bundan hiç memnun değildi ama Hirodes yanlıları, yönetimi destekledikleri için biraz daha ılımlıydı.
Eğer İsa açıkça Sezar’a vergi vermenin yasaya tamamen uygun olduğunu söyleseydi, oradaki kimse bir daha İsa’yı dinlemezdi. Diğer taraftan, eğer Sezar’a vergi vermemeyi öğretseydi, zaten hemen tutuklanırdı.
Ne yapacaktı? İsa’nın hikayesinde şunu söylediğim birçok yer var: “Ben olsaydım hikayem burada bitmişti.” Bu da o noktalardan birisi. İsa bir dinar istedi ve “Bu resim, bu yazı kimin?” diye sordu. “Sezar’ın” cevabını alınca o meşhur cümleyi söyledi.
“Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya verin.”
Yine tuzağa düşüremediler. Plan yine tutmadı.
Sizce cümlenin hangi yarısında daha başarısız oldular? Siyasi olarak bir grup hükmettiğinde, vatandaş istese de istemese de vergisini öder. Herkes vergi öder. İsrailliler de öyle yaptı, vergisini ödedi. Ama Tanrı’nın hakkını ödediler mi?
Sezar hakkı olanı nasıl hak etti? Çünkü orayı fethetti, para kendisine aittir ve paranın üzerinde kendi resmi vardır.
Tanrı hakkı olanı nasıl hak etti? Çünkü dünyayı yarattı, insan kendisine aittir ve insanın üzerinde kendi benzeyişi vardır.
Para yönetime aittir, insan Tanrı’ya aittir, Tanrı insanı kendi benzeyişinde yaratmıştır.
Bu 2000 yıllık anlatıdan, bazı evrensel gerçekler öğreniyoruz.
Bir Hristiyan, yönetenlere itaat etmelidir. Asla yönetimi devirmeye çalışmamalıdır. Yöneticiler için her zaman dua etmelidir. Vergisini ödemeli ve örnek bir vatandaş olmalıdır.
Bu, tabii ki her durumda her koşulda yönetim her ne derse desin ardından gitmek demek değil.
Yönetim bir Hristiyanı, Tanrı’ya ve O’nun buyruklarına karşı durmaya zorlarsa, Hristiyan bunu reddetmelidir. Hatta bu yüzden ceza alacaksa, cezasını çekmelidir. Kendi rahatlığını değil, Tanrı’nın kendisinden isteği, Hristiyan için ilk sıradadır. Kutsal Kitap bunun örnekleriyle dolu.
Her konu bu kadar siyah ve beyaz netliğinde olmayabilir, bazı konular gri olabilir, buna katılıyorum ve tabii ki tartışabiliriz. Ama şu hiçbir zaman değişmez ki, birinci öncelik her zaman Tanrı’dadır. Tanrı’nın yanına hangi isim veya sıfatı koyarsak koyalım, Tanrı her zaman öncelikli olmalıdır.
Bir insanın, İncil’i bilsin veya bilmesin bu sözü kullandığını duyuyorum. Toplumumuzda da bu sözü kullananların birçoğu bu sözün İsa’ya ait olduğunu bilmeden kullanır. Çünkü cümlenin ikinci yarısını bilmez. Bu sorun değil.
Ama şu bir sorun: Genellikle bu sözü, bir hakkı elde eden kişiye o hakkı vermek gerektiğini öğretmek için kullanıyorlar ve bu hak sahibi genellikle bir insan olarak düşünülür. Mesela rakibime maçı kaybediyorum ama “Sezar’ın hakkını Sezar’a veririm” diyerek onu tebrik ediyorum.
Bugün, cümlenin ikinci yarısının daha önemli olduğu konusunda teşvik etmek istiyorum. İlk yarısı önemsiz demiyorum, ama ikinci yarısı daha önemlidir ve asıl mesaj odur demek istiyorum.
Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya nasıl verebiliriz? Bu zaten mümkün mü? Lütfun karşılığı olur mu?
Elbette olmaz. Zaten karşılığını verebiliyor olsaydık, o en başta lütuf olmazdı. Tanrı bizi iyi işlerimizden ötürü değil, lütfuyla kurtardı.
Ama şu var ki, kendi benzeyişinde yaratıldığımız, kendisine ait olduğumuz bir Tanrımız var ve bizi çok seviyor. Ve bizi kutsal olmaya çağırıyor, bizden kendisinin olduğu gibi kutsal olmamızı istiyor.
Levililer 11:45 Kutsal olun, çünkü ben kutsalım.
Lütfunun karşılığını Tanrı’ya asla veremeyiz, ama O’nun benzeyişinde yarattığı sevgili oğulları ve kızları olarak, O’na hakkı olanı verebiliriz. Kutsal Ruh’un yardımıyla, kutsal ve O’nu hoşnut eden bir yaşam sürebiliriz. En azından bunun için tüm gayretimizle dua edebilir ve emek verebiliriz.
Daha somut olalım. Nasıl kutsal olacağız, nasıl Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya vereceğiz?
- Evimizin kirasını veya elektrik faturasını ödemeyi unutmadığımız gibi, ondalığımızı da ödeyeceğiz.
- Televizyon izlemeyi veya gezmeyi ihmal etmediğimiz gibi, Tanrı’yla baş başa kalıp dua etmeyi de ihmal etmeyeceğiz.
- Kendi ihtiyacımız olduğunda ihtiyaçlarımızı karşıladığımız gibi, kardeşimizin ihtiyacı olduğunda onu da hatırlayacağız. Rab diyor: Matta 10:42 Bu sıradan kişilerden birine, öğrencim olduğu için bir bardak soğuk su bile veren, size doğrusunu söyleyeyim, ödülsüz kalmayacaktır.
- Daha başka birçok şekilde, örneğin sahip olduğumuz şeyleri Tanrı hizmetinde kullanarak (para, zaman, bedenimiz), her durumda şükrederek, sıkıntıdan geçerken söylenmeyerek, Tanrı’ya tam bir güvenle yürüyerek, birbirimizi severek, Tanrı’yı severek, kutsal olarak O’na hakkını verebiliriz.
Sezar’ın hakkını Sezar’a verdiğimiz gibi, Tanrı’ya da kendisine ait olan hakkını vermeliyiz. Hayatlarımızda öyle olsun!
Rab her birimizi ve kilisesini bereketlesin. Dua edelim.