Vaaz 2020.03.01 Toprak Sahibi

Matta 20:1-16 (bağcı benz.) İsteyen şimdi açabilir. (sf1035) 

 

Son zamanlarda Eyüp kitabını okuyorum. Bu bölüm birçok konuda ve Tanrı’nın adaleti hakkında düşündürüyor. Bazen çevreme baktığımda bazı “insan canlısı olmayan” kişilerin çok ciddi derecede varlık, sağlık, çoluk çocuk sahibi olduklarını ama bazı alçak gönüllü, bizim tabirimizle “gariban” insanların yokluk içinde ve her çeşit sıkıntılar içinde olduklarını görüyorum. İnsan olarak baktığımda, yaşayış olarak baktığımda hiçbir fark göremiyorum, hatta bazen kendimin bile başka insanlardan daha çok ve daha gönülden çalıştığımı ama yine de onların -daha az emeklerine karşılık- daha fazlasına sahip olduklarını görüyorum ve kendimin bundan daha fazlasını hak ettiğimi düşünüyorum ve Tanrı’nın adaletini sorguluyorum. (bu bir benzetmedir, herkesin bildiği gibi vaizler günahsızdır!! 🙂   

 

…Kötülerin hak ettiği doğruların, doğruların hak ettiğiyse kötülerin başına geliyor… 

VAİZ 8:14 TCL02 

https://bible.com/bible/170/ecc.8.14.TCL02 

 

Tanrı’nın adaletini sorguladığınız oldu mu? 

 

Bugün okuyacağımız benzetmede, Tanrı’nın adaletini sorgulayan işçilerin söylenmelerine ve Tanrı’nın o söylenmelere nasıl karşılık verdiğine, ve böylelikle Tanrı’nın egemenliğinde işlerin nasıl tahmin ettiğimizden daha farklı yürüdüğüne bakacağız. 

 

İlk iki ayeti okuyalım: (a.1-2)  

Hangi karakterler var? Toprak sahibi ve işçiler.  

Toprak sahibi kimdir? Tanrı.  

İşçiler kimdir? Hizmet eden insanlar. Siz ve ben. Benzetmenin devamını bunları hatırlayarak okuyalım. 

Toprak sahibi ne yapıyor? Bağında çalışacak işçi tutmak amacıyla sabah erkenden kalkıyor. Amacı işlerini yapacak işçiler bulmaktır. Ve sabahın erken saatlerinde bazı işçiler bulup onlarla anlaşıyor. Ne kadarlık ücret karşılığında anlaşıyor? Günlüğü 1 dinar. Devam edelim. 

 

(a.3-7) Toprak sahibi, sabah erkenden bulduğu işçilerin haricinde, sabah dokuza doğru tekrar dışarı çıkıp bu sefer başka işçiler daha buldu. Aynı şekilde, öğlen tekrar, saat üçe doğru tekrar, saat beşe doğru tekrar başka işçiler buldu. Bu toprak sahibinin çok büyük bir bağı olmalı. 

 

Bu noktada şu  konuya dikkat çekmek istiyorum: Toprak sahibinin sabahın erken saatinde çıkıp bulduğu ilk işçiler ile, daha sonra bulduğu tüm işçiler arasında bir fark var. Bu fark nedir? İlk işçilerle bir pazarlık oldu değil mi? Onlar konuştular ve bir ücret yani 1 dinar için anlaştılar. Ama sonraki işçiler? Onlar bir pazarlık yapmadılar. Toprak sahibi şöyle dedi: “Hakkınız ne ise veririm.” Devam edelim. 

 

(a.8) Akşam oldu, gün bitti. Eski dönemlerde Eski Antlaşma’daki Yasa kuralları uyarınca işçilere ücreti sabah olmadan veriliyordu. Toprak sahibi kahyasına buyurdu, kahyası da sonunculardan başlayarak birincilere doğru, hepsine ücretlerini verdi. Neden? Toprak sahibi zekidir. Böylede daha erken tutulanların hepsi, daha geç tutulanların aldıkları ücreti gördüler. Ve isyan çıktı. 

 

(a.9-12) Haksızlar mı? Hepsi nasıl aynı ücreti alabilir? Doğal olarak, sabahın erken saatlerinden beri çalışanlar daha fazla alacaklarını sandılar. Ama onlara da 1 dinar verildi. Doğal olarak gücendiler. Bütün gün çalışmış olmanın ağır yükü, öğlen sıcağında çalışmış olmanın yorgunluğunu taşıyor olmalıydılar. Ama toprak sahibi şöyle cevap verdi: 

 

(a.13-16) Şimdi gelin birkaç dakikalığına toprak sahibinin bakışından bakalım olaya. Ne dedi isyan eden birincilere? “Size haksızlık etmiyorum ki!! Sizinle 1 dinara anlaşma yapmadık mı?” Haksız mı? Bunu ben de iş dünyasında çok gördüm. İş görüşmesinde söylenen maaşı kabul edip işe başlıyor ve 2 hafta sonra maaşım çok düşük diye şikayet ediyor. Bu gerçek. Ama iş yeri sahibi, bu benzetmedeki toprak sahibi ona en baştan ücreti söyledi ve işçiler de kabul ettiler. Ve ekliyor: “Sana verdiğimi bu sonuncuya da vermek istiyorum.” Tamam. Toprak ve para onundur. Son işçiler birincilerin aksine, (farkları neydi?) pazarlık etmediler, toprak sahibinin “hakkınız neyse veririm” sözüne güvendiler. Alacaklarını, toprak sahibinin lütfuna bıraktılar.  

 

Şimdi şunu sormak istiyorum: Bir işçi olarak, lütfu mu tercih ederdiniz yoksa adaleti mi? Eğer adaleti tercih ediyorsanız, belirtmek isterim ki, eğer adaleti yani hak ettiğimizi alsaydık, hepimiz ölüydük. Günahın bedeli ölüm değil miydi? Tanrı o bedeli kendisi ödemedi mi? Biz hak ettiğimiz için mi Tanrı o bedeli ödedi? Yoksa bizi sevdiği için bizi lütfuyla mı kurtardı? İman yoluyla, lütufla kurtuluyoruz. Bunu Tanrı sağladı. 

 

Bunu sağlayan Tanrı, birinci işçilere ve onlar gibi düşünenlere diyor ki: “Kendi paramla istediğimi yapmaya hakkım yok mu? Elim açık diye kıskanıyor musun?” Şunu sözde ve gerçekte kabul edelim: Tanrı mutlak egemendir. Bu toprağın sahibi O’dur. İstediğini yapar ve yaptığı her şey, -bazen bize öyle gibi gelmese bile- adildir. Doğrudur. Güzeldir.  

 

Sabahın en erken saatinde çalışmak isteyen işçiler tam olarak hak ettiklerini aldılar. Anlaştıklarından 1 gram daha az ya da daha fazla almadılar. Ama yine de diğer işçiler onlardan daha az çalışıp aynı ücreti aldıkları için onları kıskandılar. Kabul edelim ki, bu haksızlık gibi görünüyor. Bunu inkar edemeyiz. Ama İsa benzetmenin başında ne dedi? “Göklerin Egemenliği …. benzer.” Göklerin Egemenliğinden bahsettiğimizde yeni bir düşünce şeklinden, bu dünyada alışkın olduğumuzun dışında bir egemenlikten bahsederiz. Bu benzetmede ise şudur: Aç gözlü, yarışçı ve rekabetçi kıskanç ruhumuzu bırakmalı ve artık İsa gibi düşünmeliyiz. (Yarış ve rekabet edebiliriz ama mesela birbirimiz için iyilik yapmakta, birbirimizi sevmekte…) 

 

Toprak sahibi bağını işleyecek işçiler arıyordu, Tanrı işlerini bizler aracılığıyla yapmak istiyor. Toprak sahibi tüm işçilerine aç gözlülüklerine göre değil ama Kendi lütfuna göre ödeme yaptı. Tanrı büyük bir bedel ödeyerek bizleri ölümden çekip yaşama aldı. Ve hala bizim hayatlarımız ve gereksinimlerimizle ilgileniyor. 

 

Şunu belirtmek istiyorum: Tanrı’dan alacağımız son ödüllerle ilgili olarak pazarlık yapmayalım. Her ne olursa. Pazarlık yapmayalım çünkü bizim yapacağımız pazarlık ve isteyeceğimiz şeyler, sonunda Tanrı’nın bize vermek istediklerinden her zaman daha az olacak. Bunun yerine Tanrı’nın “Hakkın neyse sana veririm” sözüne güvenmek bizim için daha iyi olacak. 

 

Belki o zaman kardeşlerimizden daha çok çalışacağız. Belki o zaman, bizden daha az çalışan kişilerin daha zengin olduklarını, daha popüler olduklarını ve daha saygı gördüklerine tanık olacağız. Belki biz daha çok hizmet edeceğiz ve daha çok şey kaybedeceğiz (ya da bir şey kazanmayacağız) ama daha az hizmet eden hatta hizmet bile etmeyenler varlık içinde yaşayacak. Tamam. Şunun hiç değeri yok  mu? Diğer insanlara bakmayı bırakıp, kendimize bakıp, o toprak sahibinin işinde çalışmanın bile kendi kendine ne kadar paha biçilmez bir lütuf olduğunu anımsayarak zevkle ve azimle çalışmaya devam etmek? Bir darbe yediğimizde, elimizden tutup kaldıranın kim olduğunu hatırlamak. Tanrı’nın bağında çalışmaya fiyat biçilemez. Ve unutmamak lazım ki, günahın ücreti herkes için ödendi. Benim için, sizin için ve herkes için. 

 

Son ayet çok önemli. (a.16). İsa bunu başka yerlerde de söyledi. Ödül konusunda sürprizler olacaktır. Burada birinci olanlar ve öyle hayat yaşayanlar, alacakların ödeneceği günde sırada sonlarda kalacaklar ve burada sonuncu olanlar ve öyle hayat yaşayanlar, orada ilk sıralarda olacaklar. Gurur, bencillik ve hırsla yaşayanlar da, sevgi ve minnettarlıkla hizmet edenler de, karşılıkları neyse onu alacaklar. 

 

Özetlemek gerekirse, Tanrı, bize verdiği lütuf uyarınca bizi bu dünyada bir yerlere getirmiş, bize varlık vermiş olabilir. Bundan dolayı diğerlerini küçük görüp, gurur yapıp övünmemeliyiz. Ya da çok çalışmamıza rağmen bize fazla bir varlık vermemiş olabilir ve çevremizde varlık sahibi başka kişiler görüyoruzdur. Bundan dolayı da onları kıskanmamamız gerekir. Tanrı’nın farklı ölçülerde lütuflar verdiği kimseyi kıskanmamalıyız. Çünkü bize bazen adaletsiz gelse bile, Tanrı egemendir ve O’nun lütfu herkes içindir. Ve unutmayalım ki sonuncular birinci, birinciler de sonuncu olacaklar. Tanrı’nın egemenliği böyledir. Bunu İsa diyor.  

 

Ayrıca işlerimiz de zengin olmak, kendimizi üstün görmek ve göstermek için, saygı görmek için, insanların gözünde doğru kişiler olmaya çalışmak için olmasın. İşlerimiz, bizim değil, ama biz Tanrı’da olduğumuz için, O’nun doğruluğundan gelen işler olsun. 

 

Tanrı her birimizi ve kilisesini bereketlesin.