Vaaz 2020.04.05 Yakup 3 Kutsal Ayna

BÖLÜM: YAKUP 1:18-27 (SERİNİN 3. VAAZI)

Kilise toplantılarımız ertelenmeden önceki son iki vaazımız Yakup mektubundandı. Yakup mektubunun ilk vaazının en başında, Tanrı’nın kilisemize Yakup mektubu aracılığıyla konuşmak istediğine inandığımı size iletmiştim. İki hafta sonra koronavirüs salgını başladı ve toplantılarımız iptal edilince, Tanrı bize, daha çok o duruma uygun ve teşvik ile dolu güçlü sözlerini aktaran iki vaaz aracılığıyla konuştu. Son iki hafta böyleydi, çünkü salgından dolayı birçok şey değişti. Ancak Tanrımız asla değişmez! O yüzden Rab dilerse, Yakup mektubuna devam edeceğiz. Rab bereketlesin.

AYET 18: O, yarattıklarının bir anlamda ilk meyveleri olmamız için bizleri kendi isteği uyarınca, gerçeğin bildirisiyle yaşama kavuşturdu.

Tanrı bizi yaşama kavuşturdu. Tanrı, dirilenlerin arasında ilk olan İsa Mesih’e iman aracılığıyla bizleri sonsuz yaşama kavuşturdu. (Elçilerin İşleri 26:23)

Tanrı, bizleri gerçeğin bildirisiyle yaşama kavuşturdu. Gerçek bildiri: Tanrı’nın sözleri, ve Tanrı’nın sözleri: Kutsal Kitap’tır. Kutsal Kitap okuduğumuzda, gerçeğin bildirisini okumuş oluyoruz. Mesih’in gelişinin yüzyıllar önceden bildirilmesini, geldiğinde neler olduğunu, neden geldiğini Kutsal Kitap sayesinde bilebiliyoruz. İşte bu yüzden, Kutsal Kitap okumamız ne kadar önemlidir!

Tanrı bizleri kendi isteği uyarınca yaşama kavuşturdu. Yani Tanrı bizi, bizim yaptığımız ya da yapacağımız iyi işlerimizden ya da hak edişimizden dolayı yaşama kavuşturmadı. Tanrı mecbur değildi, ama bize yaşam vermek için gönüllü oldu, bizi sevdi, bizi o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi. (Yuhanna 3:16)

Tanrı, bizleri yarattıklarının ilk meyveleri olmamız için yaşama kavuşturdu. İlk meyveler önemlidir. Onlar, olgunlaşmış olan hasatın ilk ürünleridir. Ayrıca ilk ürünler, bir şükran göstergesi olarak Tanrı’ya sunulur, aynı biz imanlıların, kendimizi Tanrı’ya diri birer kurban olarak sunmamız gerektiği gibi (Romalılar 12:1). Elbette Yakup, ilk imanlılara sesleniyordu. Onlar Mesih’in yeryüzündeki hasadının ilk ürünleriydiler. Ama sadece onlar mı? Bizler de tam olarak aynı olmasa da benzer durumdayız, Tanrı bizleri de aynı amaç için, yarattıklarının ilk meyveleri olmamız için yaşama kavuşturdu.

AYET 19-20: 19 Sevgili kardeşlerim, şunu aklınızda tutun: Herkes dinlemekte çabuk, konuşmakta yavaş, öfkelenmekte de yavaş olsun. 20 Çünkü insanın öfkesi Tanrı’nın istediği doğruluğu sağlamaz.

18. ayette ilk meyveler olmaktan bahseden Yakup, bundan sonra okuyacağımız ayetlerde, bunu nasıl yapabileceğimiz konusunda çok pratik tavsiyeler veriyor. Yani Tanrı bizleri yaşama boş yaşayalım diye değil, ilk meyveleri olmamız için yaşama kavuşturdu ve bunu layıkıyla yapmak bizim sorumluluğumuzdur.

Biz insanlar bu tavsiyelerin genellikle tam tersini yaparız, Tanrı bunu biliyor. Bizler dinlemekte yavaş, konuşmakta hızlı ve öfkelenmekte de hızlıyızdır. Konuşmak ve öfkelenmekteki hızımız, dinlemekteki hızımızı çoğu zaman geçer. Konuşmak ve öfkelenmekte yarış arabası gibi, dinlemekte kaplumbağa gibiyiz.

Dinlemekte çabuk olunabilir mi? Nasıl çabucak dinleyebiliriz? Söylemek istediği şey bellidir. Daha çok dinlemeliyiz. Elbette kardeşlerimizi dinlerken bu tavsiyeyi hatırlayabiliriz, aynı zamanda Tanrı’yı dinlerken de bu tavsiyeyi hatırlayabiliriz. Her zaman Kutsal Ruh’un öğretmesine, azarlamasına ve yola getirmesine hazır, Tanrı tarafından eğitilmeye hazır olmalıyız.

Bizler konuşmayı da çok severiz ve bu konuda çok hızlıyızdır. Ama insan konuşurken çok dikkatli olmalıdır. Tanrı bize neden bir tane ağız ama iki tane kulak verdi? Konuştuğumuzun iki katı kadar dinlemek için.

Ayrıca öfkelenmekte de hızlıyızdır. Bu nettir. Hayat tecrübelerimizle de sabittir. Çabuk öfkelendiğimizde Mesih takipçisi imajına çok büyük bir zarar veriyoruz. (İsa hariç) yeryüzünde yaşamış olan tüm krallardan daha bilge olan bir kral (1. Krallar 10:23) aracılığıyla Tanrı bu konularda bizlere şu öğütleri verdi:

Dilini tutan canını korur, ama boş boğazın sonu yıkımdır. Özd. 13:3

Çok konuşanın günahı eksik olmaz. Özd. 10:19

Sabırlı kişi yiğitten üstündür, kendini denetleyen de kentler fethedenden üstündür. Özd. 16:32

AYET 21: Bunun için, her türlü pisliği ve her tarafa yayılmış olan kötülüğü üstünüzden sıyırıp atarak, içinize ekilmiş, canlarınızı kurtaracak güçte olan sözü alçakgönüllülükle kabul edin.

Yeryüzünde her çeşit pislik vardır ve bu pislikler her tarafa yayılmış durumdadır. Yalnız bir konuyu atlamayalım. Pislik, ruhsal ve bedensel olabilir ve kötülük her çeşit olabilir ama bunlar doğasında günah olan eski benliğimizden geliyor. Yani zannettiğimiz kadar dışarıdan bir etken olmayabilirler. Ya kendimizden kaynaklanıyorsa? Kendimizi sınamak bu yüzden önemli. Ayetteki ifadeyle, bunları üzerimizden sıyırıp atmalı, daha az iyi bir ifadeyle, eski bir elbise misali onları üzerimizden çıkarıp atmalıyız.

İçimize ekilmiş, canlarımızı kurtaracak güçte olan bu söz için hamdolsun! Onu bize veren Tanrı’ya şükürler olsun! Kutsal Kitap, canlarımızı kurtaracak olan Tanrı’nın sözleriyle doludur. Kutsal Kitap aracılığıyla Tanrı bizleri sadece günahın cezasından değil, aynı zamanda günahın gücünden de kurtarıyor. Sadece sonsuz hayattaki esenliğimizi garanti altına almıyor, aynı zamanda daha burada hayattayken de bizlere esenlik kaynağı oluyor. Tanrı’nın kurtarışı iman aracılığıyla yeniden doğumla başlıyor ve sonsuza kadar devam ediyor.

Tabii bir de, içimize ekilmiş, canlarımızı kurtaracak güçte olan sözü alçakgönüllülükle kabul etmemiz gerekiyor. Eğer alçakgönüllü olmadan, itaatkar bir yüreğimiz olmadan, Tanrı’ya yaklaşma arzumuz olmadan Kutsal Kitap okursak ne olur? Belki bilgimiz artar, ama sadece bilgimiz artar. Değişmeyiz. İmanda gelişmeyiz, Tanrı’yı tanımakta ilerlemeyiz. Ama Tanrı’nın sözlerini alçakgönüllülükle kabul edersek, en basit görünen buyrukları uygulamak bile bizlere en büyük mutluluk duygusunu verecektir, hayatlarınızda bunu çok tecrübe ettiğinize eminim.

AYET 22: Tanrı sözünü yalnız duymakla kalmayın, sözün uygulayıcıları da olun. Yoksa kendinizi aldatmış olursunuz.

Yakup mektubu neden çok sevilmiyor? İşte sebeplerinden birisi: değişmeye zorluyor. Diyor ki: sözü kabul ettiniz, tamam, ama yetmez, itaat de etmelisiniz. Yoksa az önce bahsettiğimiz gibi, Kutsal Kitap sadece bir romandır, bir edebi eserdir.

Kutsal Kitap’ın içindeki sözler, hayatlarımız aracılığıyla eyleme dönüşmeli. Kutsal Kitap’taki her söz, yaşamımızı etkilemeli ve değiştirmeli. Neden? Çünkü ancak bu şekilde öğrenebiliriz. Tanrı’nın sözlerinin amacı bizleri değiştirmektir ve bu sadece, biz onları hayatlarımızda uyguluyorsak mümkün olabilir, aksi takdirde, yani itaat yoksa, Tanrı’yı daha yakından tanıma ve isteğinin ne olduğunu bilme arzusu yoksa, Kutsal Kitap bizim için sadece bir edebi eser olarak kalır. O zaman sadece kendimizi aldatmış oluruz. Tanrı’nın isteği bu değildir. Tanrı’nın isteği bizleri sonsuz yaşama kavuşturmak ve imanda sürekli geliştirmektir.

AYET 23-24 23 Çünkü sözün dinleyicisi olup da uygulayıcısı olmayan kişi, aynada kendi doğal yüzüne bakan kişiye benzer. 24 Kendini görür, sonra gider ve nasıl bir kişi olduğunu hemen unutur.

Aynalar günlük hayatlarımızda birçok pratik yönden bizler için faydalıdır. Mesela sabah kalkarız ve aynaya bakarız. Gözler şişmiş, saçlarımız kabarmış, dağılmış, saç sakal birbirine girmiş… (Kesinlikle instagram için uygun değil). Ayna bize şöyle der: Saçını taramalı ve düzeltmelisin, traş olmalısın… Aynanın görevi bizlere yanlışımızı veya yapmamız gerekeni göstermektir. Dağınık saç ve kirli sakal ile işe gider ve toplantıya katılırsak ve işler yolunda gitmezse sorun aynada değildir. Öyle yaparsak aynanın bize bir faydası da olmaz.

Kutsal Kitap’ı da sadece okumak için okursak, ayna gibi, bizden yapmamızı istediği şeyi içinde görür ama yapmazsak, bize nasıl bir faydası olabilir? Sabah işe gitmeden önce bir bölümü öylesine okursak, dışarı çıktığımızda onu hemen unuturuz (aynadaki görüntümüzü hemen unuttuğumuz gibi) ve o zaman ruhsal olarak da ilerleyemeyiz.

AYET 25: Oysa mükemmel yasaya, özgürlük yasasına yakından bakıp ona bağlı kalan, unutkan dinleyici değil de etkin uygulayıcı olan kişi, yaptıklarıyla mutlu olacaktır.

Bu ayetlerde, önceki ayetlerde anlatılan kişinin tam tersini görüyoruz. Yani: Tanrı’nın sözlerine yakından bakan ve onu uygulayan kişi. Ne diyor? Mükemmel yasa, özgürlük yasası. Bir kez gerçek bizi özgür kıldığında, artık eski benliği üzerimizden atıyoruz, yeni bir yaratık oluyoruz (2. Korintliler 5:17). Dünyanın yükünü bırakıp, Mesih’in hafif olan buyruklarını yükleniyor (Matta 11:30) ve o buyrukları uyguladığımızda, mutlu oluyoruz. Çoğu insan Tanrı’ya inanmayı kölelik sayar ve mutluluğu farklı faklı yerlerde ararlar. Ama gerçek özgürlüğün ve mutluluğun sırrı Mesih’tedir. Yeter ki O’na bağlı olalım ve öyle kalalım.

AYET 26-27: 26 Dindar olduğunu sanıp da dilini dizginlemeyen kişi kendini aldatır. Böylesinin dindarlığı boştur. 27 Baba Tanrı’nın gözünde temiz ve kusursuz dindarlık, kişinin sıkıntı çeken öksüzler ve dullarla ilgilenmesi ve kendini dünyanın lekelemesinden korumasıdır.

Burada iki resim görüyoruz. Boş dindarlık ve gerçek dindarlık. Şimdi biz dilimizi dizginleyemiyorsak (ki dilimiz, bizler için dizginlemesi en zor şeylerden biridir) o zaman dindarlığımız da boştur. Aslında, sadece dilimizi dizginlememek değil, ölçü bu kadar yukarıda olduğu için, Mesih’e yaraşmayacak herhangi bir konu hayatımızda varsa, dindarlığımız boştur. Bu konularda daha önce konuşuyorduk, eylemlerimiz inancımızı yansıtmıyorsa, ikna ediciliğimiz de yoktur.

Gerçek dindarlık ise, Tanrı’nın gözünde temiz ve kusursuz olan dindarlıktır. Tanrı’nın ilgilendiği dindarlık, O’nun gözünde uygun ve temiz bir yaşam sürmek ve diğer insanlarla içtenlikle ilgilenmemizdir. Dünyanın lekelemesinden kendimizi korumak çok zor olabilir, ama bunun için gösterdiğimiz gayreti Tanrı destekleyecek ve zayıflıklarımızda bizi güçlendirecek olan da O’dur. O bizimle böylesine ilgilendiğine göre, bizler de öksüz ve dullarla, fakir ve garibanlarla, muhtaç olanlarla ilgilenmeliyiz. Çünkü biz de muhtaçtık ama sevgi ve merhamet Tanrısı Rab bizimle ilgilendi. İşte Tanrı’nın gözünde temiz ve kusursuz dindarlık budur. Yeniden doğmuş olan kişi, diğer insanların da yeniden doğması için gayret gösteren kişidir. Hem onların yaşamında, hem de kendi yaşamında.

Denenme ve ayartılma için kendimizi test edebileceğimiz sorularımız vardı. Şimdi bu konuda da kendimizi test edebilmek için kendimize şu soruları sorabilir ve samimiyetle Tanrı’nın huzurunda cavaplayabiliriz:

Kutsal Yazıları’ın tümü Tanrı esinlemesidir ve öğretmek, azarlamak, yola getirmek, doğruluk konusunda eğitmek için yararlıdır. 2. Timoteos 3:16

  • Bu ayeti de hatırlayarak, Tanrı’nın, Kutsal Kitap’ı hayatımda bu amaçla kullanmasına izin veriyor muyum, yoksa O’na karşı bu konuda direniyor muyum?
  • Tanrı’nın sözleri bir ayna gibi (Kutsal Ayna) bana ne yapmam ya da neyi değiştirmem gerektiğini söylediğinde onu yapıyor muyum, yoksa önemsemeyip ve hayatıma devam edip onu unutuyor muyum?
  • Dilimi dizginlemek için dua ediyor ve çaba gösteriyor muyum?
  • Muhtaçlara nasıl yardım edebileceğimi Tanrı’ya soruyor muyum?
  • Dünyanın binbir türlü lekelerine karşı Tanrı’nın sözleriyle temiz kalabiliyor muyum? Bunu ne kadar yapabiliyorum ve aslında ne kadar yapabilirim?

Rab her birimizi ve kilisesini bereketlesin.

Vaaz 2020.03.29 Cesaret ve Dayanma

Herkese merhabalar. Bugün Yuhanna 6:30-40 ayetleri üzerinde düşüneceğiz. Vaaza geçmeden önce bu bölümü bir kez okumak iyi olacaktır.

(Ayet 30) Bunun üzerine, “Görüp sana iman etmemiz için nasıl bir belirti gerçekleştireceksin? Ne yapacaksın?” dediler.
Okuduğumuz bölüm, halkın İsa’dan bir <<belirti>> istemesiyle başlıyor. Yalnız halkın belirti istediği zamana dikkat edelim. 22. ayette <<ertesi gün>> ifadesi var. Önceki gün ne oldu diye bakarsak da, (16-21 ayetleri arasında anlatılan bölümde) İsa’nın su üstünde yürüdüğünü görüyoruz! Yani halk, İsa’nın su üstünde yürümesinden bir sonraki günde, O’ndan ayetteki ifadeyle <<iman etmek için bir belirti>> istedi. Biz insanların mantığı önce görmek, sonra iman etmektir. Ama İsa Tomas’a ne dedi?
Yuhanna 20:29 İsa, “Beni gördüğün için mi iman ettin?” dedi. “Görmeden iman edenlere ne mutlu!”
Tanrı’nın gözünde daha iyi olan ise önce iman etmek ve sonra görmek. Tanrı önce imanımızı görmek ister.

(Ayet 31) “Atalarımız çölde man yediler. Yazılmış olduğu gibi, ‘Yemeleri için onlara gökten ekmek verdi.’ ”
Halk İsa’ya hatırlatma yapıyor. “Bak Musa halka gökten ekmek verdi. Sen ne vereceksin?” Bu aslında bir kıyaslama olabilir. Yani demek istiyorlar ki, <<Musa İsa’dan büyüktür. Evet İsa beş ekmekle beş bin kişiyi doyurdu. Ama sonuçta o ekmekler vardı, İsa onları yoktan var etmedi. Ama Musa, gökten indirdi yani olmayan ekmeği indirdi>> diye düşünüyorlardı.

(Ayet 32) İsa onlara dedi ki, “Size doğrusunu söyleyeyim, gökten ekmeği size Musa vermedi, gökten size gerçek ekmeği Babam verir.
İsa iki düşünceye vurgu yapıyor. 1) Ekmeği veren Musa değil, Baba’ydı. 2) Man, fiziksel bedenler için hazırlanmış olan, fiziksel açlıktan ölmemek için verilmiş olan ekmekti. Ama gerçek ekmek, fiziksel ekmek değildir.

(Ayet 33) Çünkü Tanrı’nın ekmeği, gökten inen ve dünyaya yaşam verendir.”
Gerçek ekmek kendisidir! Yani Tanrı’nın ekmeği mandan büyüktür.

(Ayet 34) Onlar da, “Efendimiz, bizlere her zaman bu ekmeği ver!” dediler.
Sizce hangi ekmeği düşünüyorlar? Fiziksel olanı mı yoksa ruhsal olanı mı? Öyle sanıyorum ki, İsa’nın ne demek istediğini hiç anlamadılar.

(Ayet 35) İsa, “Yaşam ekmeği Ben’im. Bana gelen asla acıkmaz, bana iman eden hiçbir zaman susamaz” dedi.
Amin! Fiziksel açlık ve susuzluk şu açıdan bir sorundur: kalıcı tatmin sağlamaz. Dünyanın en güzel yemeğini yersiniz. Yedikten hemen sonra, bir daha günlerce yemek yemenize gerek yokmuş gibi hissedersiniz. Ama sadece 2-3 saat sonra kendinizi eşinizden gizli olarak buzdolabında yiyecek bir şeyler ararken bulursunuz.

Ama ya Yaşam ekmeğini yiyen? O bir daha asla acıkmaz, hiçbir zaman susamaz. Aç ve susuz olanlar, bu ihtiyacını asla kalıcı bir şekilde tatmin edememiş olanlar, Yaşam ekmeğinden yiyebilirler ve sonsuza dek kalıcı olarak tatmin olabilirler.

(Ayet 36) “Ama ben size dedim ki, ‘Beni gördünüz, yine de iman etmiyorsunuz.’
Önce görmek ve sonra iman etmek istediler. İsa diyor ki: “Bakın, Beni görüyorsunuz ya!” Tanrı’nın Oğlu, Baba’nın yanından yüceliğini bırakıp gelmiş, -önceki bölümlere bakınız- suyu şaraba çevirmiş, memurun oğlunu iyileştirmiş, havuzdaki kötürümü iyileştirmiş, beş bin kişiyi beş ekmekle doyurmuş, su üstünde yürümüş… Bunlar üzerine de hala iman etmek için belirti istiyorlar.

Güneş kaç bin yıldır doğup batıyor? Kaç kez gündüz ve gece birbirini takip etti? Kaç kez yörüngelerinden şaştılar? Hiç cennet kuşunun dansını seyrettiniz mi? Dağlara, tepelere, şelalelere baktınız mı? Yıldızlara? Belirtileri uzakta ararız, ama belirtiler gözlerimizin önünde, ellerimizin altındadır, bizleri çepeçevre sarmıştır ama onları görmeyiz. Çünkü tek başına göz ve beyin ile görülmezler, onları görmek için ruhlarımızla da bakmalıyız.

(Ayet 37) Baba’nın bana verdiklerinin hepsi bana gelecek ve bana geleni asla kovmam.
İsa diyor ki: “Bana gelecekler ve Ben asla kovmam.” Baba, Mesih’e canlar verecek ve onların hepsi kurtulacak. Ama tabii ki aynı zamanda bizim de O’na gelme sorumluluğumuz var.

İsa Mesih’e iman eden kurtulacak. Ama bu irademize aykırı bir şekilde olmayacak. Öyle bir kurtarış yok, yani zorla değil. Ama tövbe ve imanla O’na gelirsek, “Git” demeyecek, kovmayacak.

(Ayet 38) Çünkü kendi isteğimi değil, beni gönderenin isteğini yerine getirmek için gökten indim.
Gökten indiğini söylemesinden anlıyoruz ki, daha önce oradaydı. Yani evet bu dünyada bir yemlikte doğdu, ama yaşamı orada başlamadı. Ve yaşadığı sürece iradesi ile Baba’nın iradesi bir oldu.

(Ayet 39) Beni gönderenin isteği, bana verdiklerinden hiçbirini yitirmemem, son gün hepsini diriltmemdir.
Baba hiçbirinin yani sizin, benim ve de başka bir koyunun kaybolmamasını ve son gün hepsinin dirilmesini istiyor. Bu, koyunlar için büyük bir güvencedir.

(Ayet 40) Çünkü Babam’ın isteği, Oğul’u gören ve O’na iman eden herkesin sonsuz yaşama kavuşmasıdır. Ben de böylelerini son günde dirilteceğim.”

Amin! Oğul’u gördük mü? Aslında O’nu gördük, hamdolsun. Sadece, gözlerimizle değil. <<İsa, Tanrı’nın Oğlu Mesih ve dünyanın kurtarıcısıdır>> diyen ve yüreğinde buna iman eden herkes Oğul’u görmüştür. Sonsuz yaşama kavuşmuştur. Mesih imanlıları günahlı olabilir ama imansız değildir. Ve Mesih böylelerini son gün diriltecektir. Tanrı bunu garanti ediyor, bu gerçek, okuduğumuz bu ayetlerle sabittir.

Biz daha günahkarken, günahlarımızın bedelini ödemek için yüceliğinden soyunup yeryüzüne gelen, bir yemlikte doğan, çarmıh üzerinde ölerek bizi Tanrı’yla barıştıran ve üçüncü gün dirilerek bize sonsuz yaşamı müjdeleyen, bizi diriltecek olan Rab’be hamdolsun!

Bundan iki hafta kadar önce Dan abi ile, dünyanın içinde bulunduğu durumlardan dolayı plan yapmanın ne kadar zor hale geldiği, her şeyin her an değişebileceği ve yarınımızın ne kadar da belli olmadığı hakkında konuşuyorduk. İlginç bir şey söyledi. “Aslında her zaman böyleydi ama bu günlerde bunu daha iyi anlıyoruz” dedi. Gerçekten de öyle değil mi? Bir ay öncesine göre ne değişti? Kilisede toplanıyorduk, evlerimizde kardeşlerle buluşuyorduk, iş yerlerimize ofislerimize gidiyor çalışıyorduk. Bir virüs geldi ve salgın oldu, hiçbirini yapamaz olduk.

Ama hastalanmak ve ölüm ihtimalinin daha artması dışında, gerçekten de ne değişti? Bir ay önce de, aynı şekilde, yarın ne olacağı belli değildi. Bir yıl önce de, aynı şekilde, yarın ne olacağı belli değildi. Bugün de değil.

Bugün okuduğumuz ayetler hayatlarımızda ışık olsun! Bu dünyada hiçbir zaman yarınımız belli değildir ama biz Mesih imanlıları her durumda yarını cesaretle karşılayabiliriz!

Yetersizliğimize, bilgisizliğimize, tüm engellere, fakirliğe, zorluklara, gurbette olmaya, dünyasal varlıklarımızı kaybetmemize, hastalığa, salgına ve ölüme rağmen yarını cesaretle karşılayabiliriz. Neden? Çünkü Mesih kendisine iman eden herkese sonsuz yaşamı verdi ve son gün hepsini diriltecek. Ölsek de yaşayacağız.

Buradaki hayatlarımız bir buğudur. Ama sonsuzlukta Rab’le birlikte olacağız. Çünkü o yeri bizim için O hazırladı. Çünkü günahlarımızı bağışladı. Çünkü tüm göz yaşlarımızı gözlerimizden silecek. Yarını cesaretle karşılayabiliriz.

İbraniler 11:27 Musa için diyor ki: Görünmez Olan’ı görür gibi dayandı.

Görünmez Olan’ı görür gibi dayanabiliriz!

Rab her birimizi ve kilisemizi bereketlesin. Tüm dünyaya şifa versin.

Vaaz 2020.03.22 Tanrı’nın Yaklaşımı

Aralık ayının sonlarında, Çin’de bir hastalık belirdi. Kısa sürede tüm ülkede bir salgına dönüştü ve beraberinde ölümler getirdi. “Acaba başka ülkelere yayılır mı” diye düşünürken, korktuğumuz oldu ve özellikle son birkaç hafta içinde, Avrupa kıtası merkezli olarak dünyanın geneline yayıldı. Son günlerde ise tüm dünyanın gündemi neredeyse değişti, artık yeni tip koronavirüsü hepimiz tanıyoruz.

Artık ciddi bir tehlike ile karşı karşıyayız. Durum böyle olunca da tüm ülkeler kendi çaplarında bir mücadeleye giriştiler. Yöntemler değişse de hedef aynı: Bu salgınla mücadele etmek ve bunun için tavsiye vermek. Birçok insan büyük mücadele ve tavsiye veriyor:

• İlk önceliği sağlık çalışanlarına vermek lazım. Onlar için Tanrı’ya şükrediyorum. Hastalarla direkt temas mecburiyetindeler ve bu yüzden en yüksek risk grubundalar, keza toplam ölümlerin önemli bir yüzdesini onlar oluşturuyor. Hayatları pahasına, dinlenmeden insanlara hizmet ediyorlar, büyük mücadele veriyorlar. Bilimsel bilgiler ışığında da tavsiyeler veriyorlar. RAB hepsini korusun. Onlar için çok dua edelim.
• Hastalığa yakalananlar için de dua edelim. Onların mücadelesi hayatta kalabilmek için. Henüz bir aşısı veya kesin tedavisi bulunmayan bu hastalıktan RAB onları kurtarsın ve adını yüceltsin, şifa versin.
• Hastalanan ve hayatını kaybeden kişilerin aileleri/yakınları için dua edelim. Onlar da sevdikleri için acı çekiyor ve mücadele veriyorlar. Yaşadıkları olumlu/olumsuz tecrübelerden yola çıkarak onlar da tavsiyeler veriyorlar. RAB onlara dokunsun ve biz de hatırlayalım ki, temasla bulaşan bir hastalık olduğu için sevdiklerimizi korumak için onlara dokunmamamız gereken bir dönemdeyiz.
• Elbette devlet büyüklerimiz için de dua edelim. Bu kriz daha başlamadan önce hazırlanmaya başladılar, başladığından beri de tüm mücadeleyi veriyorlar. Bunun için çok önemli tavsiyeleri var. Yorgunlukları yüzlerinden okunuyor ama bir yandan mücadelelerine devam ederken bir yandan da tüm topluma birlik ve beraberlik mesajı vermeye devam ediyorlar.

Tüm bu mücadele edenler ve tavsiyeler verenler için Tanrı’ya şükrediyorum. Seküler dünya tavsiye konusunda hiç fakir değil. Bununla birlikte, biz Hristiyanlara da büyük bir sorumluluk düşüyor: Bu hastalık ve çeşitli sıkıntılar konusunda, birbirimizi Tanrı’nın mücadelesi ve tavsiyesi hakkında bilgilendirmek ve birbirimizi bu konuda teşvik/teselli etmek. Yeni tip koronavirüs konusuna Kutsal Kitap’ın bakış açısından yaklaşmalıyız.

Bu yüzden lütfen 91. Mezmur’u okuyunuz.

Tanrı, yavrularının üzerine, onlara zarar gelmesin diye onları korumak için üzerine kanatlarını geren bir kuş gibidir. Tanrı’nın sadakati O’na sığınanlar ve güvenenler için kalkan ve siperdir. Tanrı’nın kanatları bizim için kalkan ve siperdir, bizleri gelen tehlikelerden korur. Böylece ne gece ne gündüz, korkacak hiçbir şey yoktur. Çünkü Tanrı sığınağımızdır, kalemizdir. O’na övgüler olsun.

Yeni tip koronavirüse ve aslında tüm diğer sorunlarımıza bu bakış açısıyla yaklaşabiliriz. Tanrı’nın bu mezmurda vermiş olduğu vaatlere sımsıkı tutunabiliriz. O’nun vaatleri her zaman yerine gelmemiş midir? Şu gerçekleri her zaman hatırlayalım:

• Etrafımızda her ne kadar işler kontrolden çıkmış gibi görünse de, kontrol hala ve her zaman Tanrı’dadır.
• Tüm bu yaşanan olaylar içinde de Tanrı’nın bir amacı vardır.
• Günlük hayatlarımız için bazı şeyler bulunamaz hale bile gelse, Tanrı hala ve her zaman sağlayıcıdır.
• Tanrı’nın vaatleri her zaman gerçekleşmiştir. Tanrı’ya kurtarışı ve sonsuz yaşam armağanı için şükredelim!
• Tanrı’nın Müjdesi değişmedi, o zaman anlatmaya devam edelim!

Dünya genelinde koronavirüsün etkili olduğu ve birçok mücadele şeklinin, tavsiyelerin ve yaklaşımların giderek arttığı bugünlerde, bizler konuya biraz da Tanrı’nın gözüyle bakmaya çalışalım. Kendimize basit olarak gördüğümüz bazı gerçekleri hatırlatmakta fayda var: Tanrı kimdir? Bizden ne istiyor? Nasıl çalışır ve bizim için neler yaptı?

Tanrımız, Her Şeye Gücü Yeten Tek Tanrı’dır. Bizlerden kendisiyle yakın ve içten bir ilişki içinde olmamızı istiyor. Tanrı aklımızın yetmeyeceği şekillerde çalışır çünkü düşünceleri bizimkilerden üstündür, ve insan bedeninde yeryüzüne gelip çarmıhta günahlarımızın bedelini ödeyerek ve üçüncü gün dirilerek bizlere sonsuz yaşamı vermiştir. Sonra da Kutsal Ruh’unu göndermiştir ve her birimizi her gün bereketlemektedir. Her gün kendisine sığınanlar için bir kaledir.

Tanrı zor zamanda bizler için mücadele veriyor. Bizi her zaman koruyor. Bizim için tavsiyeler veriyor. Bu zor zamanlarda bu gerçekleri kendimize hatırlatmanın ve dua ve şükür ile Tanrı’ya daha çok yaklaşmanın zamanıdır.

Son olarak şu ayetler üzerinde düşünelim ve dua edelim:

Hiç kaygılanmayın; her konudaki dileklerinizi, Tanrı’ya dua edip yalvararak şükranla bildirin. O zaman Tanrı’nın her kavrayışı aşan esenliği Mesih İsa aracılığıyla yüreklerinizi ve düşüncelerinizi koruyacaktır.
FİLİPİLİLER 4:6‭-‬7‬

Rab her birimizi ve kilisesini bereketlesin.

Vaaz 2020.03.15 Yakup 2 Ayartılma

Giriş, başlangıç: Geçtiğimiz haftanın vaazında kısaca Yakup mektubundan, Tanrı’dan gelen denenmelerden, ve bunun amaçlarından, moralimizi bozmak yerine Tanrı bizleri Mesih’e benzetmeye çalıştığı için sevinmemiz gerektiğinden bahsetmiştik ve birkaç soru ile imanımızı sınayabiliriz demiştik:
Çeşitli denenmelerle yüz yüze geldiğimizde;
• Bunu şanssızlık olarak görüp şikayet mi ediyorum? – Yoksa Tanrı’ya şükrediyor muyum?
• Sıkıntılarımı herkese ilan mı ediyorum? – Yoksa sakince ve Tanrı’yla (elbette gerektiğinde kardeşlerle konuşarak ve önderlerden yardım alarak) sıkıntılara katlanıyor muyum?
• Denenmenin biteceği günü mü iple çekiyorum? – Yoksa Tanrı’nın amacını anlamaya çalışıyor muyum?
• Kendimi acındırmaya mı çalışıyorum? – Yoksa başkalarına hizmet etmeye devam mı ediyorum?
Şimdi ayetlere kaldığımız yerden bakmaya devam edelim:
13. Biz denenmelerden ve ayartmalardan ve bunların farklı şeyler olduğundan bahsetmiştik.
Denenmeler Tanrı’dan gelen, imanımızın gerçekliğini sınayan, bizi Mesih’e benzer hale getiren KUTSAL denenmelerdir.
Bir de bizleri günaha sürükleyen, KUTSAL OLMAYAN ayartılar var. En temel farkları nedir?
• Denenme Tanrı’dan geliyor (a.12) ama ayartılma Tanrı’dan gelmiyor (a.13) Yani Tanrı insanları dener ama ayartmaz
• Denenme bizi geliştirmeye yönelik (a.3-4) ama ayartılma tökezletmeye yönelik (14-15)
14. Bunun üzerinde durmak lazım çünkü bu ayet bize sorumluluk yüklüyor. Biz insanlar bir günah işlediğimizde onun sorumluluğunu almak istemeyiz. Bu yüzden şu konuda bir sanatçı derecesinde ustayızdır: bahaneler üretmek. Kendimiz dışında herkesi ve her şeyi suçlarız:
• Sabah uykumuz açılmadığında kahve almadığı için eşimiz suçludur
• Çocuğumuz sorumsuz bir davranış yaptığında onu eşimizden öğrenmiştir
• Trafikte yol vermediği için her zaman karşı araç suçludur
• Bir kadın taciz edildiğinde giyim tarzı onu suçlu yapmıştır
• Adem meyveyi yediğinde Havva suçludur ve Havva meyveyi yediğinde Tanrı suçludur, öyle demediler mi?
Ama Yakup ne diyor: “Herkes kendi arzularıyla sürüklenip aldanarak ayartılır.”
İsa ne dedi: “Kötü düşünceler, cinayet, zina, fuhuş, hırsızlık, yalan yere tanıklık ve iftira hep kötü yürekten kaynaklanır.” Matta 15:19
Günah, bahane olarak arkasına sığınabileceğimiz bir hastalık gibi bir şey değildir. Midesini üşüten bir hastanın midesi bulanır ve kusar. Bu hastalıktan kaynaklanır ve insanın elinde değildir. Ama iş yerinde sevmediği bir iş arkadaşına zarar vermek isteyen bir kişi, o arkadaşı hakkında dedikodu yaparsa bu “hastalıktandır”, “elinde değildi” diyebilir miyiz? Bunun sorumluluğu o kişiye aittir.
Günaha sürükleyen bu arzular hepimizin içinde mevcuttur çünkü benliğimizin günahlı olan yüreğinden geliyor. Ama bunun içinde biz hapis miyiz? Hayır! Biz iman ettik ve Tanrı bizim yanımızda bize yardım ediyor.
“Sonuç olarak, kardeşlerim, gerçek, saygıdeğer, doğru, pak, sevimli, hayranlık uyandıran, erdemli ve övülmeye değer ne varsa, onu düşünün.” Filipililer 4:8
Biz Mesih imanlıları için, aklımızı yüreğimizden gelen ve bizi zorlayan düşüncelerden uzaklaştırıp, kutsal değerlere yoğunlaştırmak mümkündür.
15. Günah ve ölüm, şaka yapılacak bir konu değildir. Eğer bu yüreğimizden gelen kötü düşünceleri, kutsal olanlarla değiştirmezsek, onları sürekli beslersek bir süre sonra kendimizi o kötü düşüncenin iyi olduğuna inandırabiliriz. Ve etkisi zincirleme olarak başlar.
Davut ve Bat-Şeva olayını buna örnek olarak verebiliriz. Her şey, orada olmaması gereken bir zamanda orada olmakla başladı, bir kadını gözetlemekle devam etti, sonra onu arzuladı, sonra o arzuyu beslemeye devam etti, sonra onu elde etti, sonra onu gönderdi, önce kocasına düzen kurdu, işe yaramayınca da canını aldırttı… Tövbe edince Tanrı Davut’u affetti ama buna rağmen günahlarının doğal sonuçlarını yaşamak zorunda kaldı değil mi? Günah neredeyse Davut’u alaşağı edecekti.
Ölümü genellikle fiziksel olarak düşünürüz ama bunun yanında ruhsal ölüm ve sonsuz ölüm de var. Ölüm bir Mesih imanlısını bile ele geçirebilir mi? Doktrinsel tartışmalara girmeye gerek yok ama bütün imanlılar şunda hemfikirdir: Bu konuda çok dikkatli olmalıyız, çünkü, sonsuz ölüme yenik düşer miyiz bu ayrı bir konu ama gerçekten de Tanrı’nın bizi kurtarmasındaki amacı unutursak ve Mesih’e iman etmiş olmamıza rağmen O’nsuz bir hayat yaşıyorsak, aslında yaşayan bir ölüyüz demektir.
Doktrinsel olarak tartışmaktansa şunu sorabiliriz: Yargı kürsüsüne gittiğimizde Yargıç’ı hangi davranış hoşnut edecek, hangisi etmeyecek? Kutsal olmaya çalışmak bizim sorumluluğumuzdur.
16-17. Yakup “Aldanmayın” diyor. Çok kolaydır, hepimiz hayatlarımızdan bunu biliyoruz. Tanrı’yı suçlarız: “Neden bunu böyle yaptın, bunun olmasına neden izin verdin, neden beni böyle yarattın, neden beni bu kadar sınıyorsun?…” Bu, kendimizi aldatmaktan başka bir şey değildir. Tanrı, her mükemmel armağanın kaynağıdır.
“Işık Babası” ve “Değişkenlik ya da döneklik gölgesi olmayan” diyor. Ne demek istiyor? Işık yani güneş ve yıldızlar. Ama aynı zamanda ruhsal ışığın da kaynağı, evrendeki her türlü ışığın kaynağı Tanrı’dır.
Mesela güneş bir yıldızdır ve evrende yıldızlar doğar, gelişir ve yakıtı bitip ömrünün sonuna geldiğinde büyür, içe doğru patlar ve ölür. Değişkendir.
Ya da güneş tutulması olur, ay güneş ile dünyanın arasına girer ve ayın gölgesi dünyanın üzerine düşer. Dünyanın üzerinde gökcisimlerinin dönmesinden kaynaklanan döneklik gölgesi olur.
Veya da dönek, Türkçede “sözüne güvenilmeyen” anlamına gelir.
Ama Tanrı bunların hiçbirisi değildir. Tanrı nedir? O mükemmeldir. Kendisi mükemmel olduğu için, armağanları da mükemmeldir. Kendisi ve armağanları mükemmel olan bir Tanrı, o kadar büyük bir sevgiyle sevdiği, kendi yaratıkları olan biz insanları ölelim diye günah kuyusuna atmaz. Ayartılmalarımızın sorumluluğu bize aittir ve ancak bunu kabul edersek ruhsal olarak gelişebiliriz.
Denenmelerde kendimizi test etmek için sorduğumuz sorular vardı ya? Şimdi ayartılmalar için de bazı basit sorularla imanımızı test edebiliriz:
• Kötü düşünceler geldiğinde, onları içimizde besliyor muyuz, yoksa kötü arzulara ve günahlara dönüşmeden önce, kutsal olan düşüncelerle ve duayla onları değiştirmeye çalışıyor muyuz? Örnek: Mesela 10 emirden bir tanesi “Çalmayacaksın.” Bunun üzerinden düşünelim. Bir sebepten bu düşünce yüreğimize girdi diyelim. O zaman çalmak istediğimiz o şeyi çaldığımızı ve onunla yapabileceğimiz şeyleri mi hayal edeceğiz, yoksa bu düşünceyi hemen kutsal olanlarla ve duayla değiştirecek miyiz? Filipililerde okuduğumuz gibi “Bunu yaparsam övülmeye değer mi?” diye sorup bu düşünceyi uzaklaştıracak mıyız?
• Yüreğimizde günah işlemeye doğru giderken, Tanrı’yı mı suçluyoruz, yoksa bunun sorumluluğunu alıyor muyuz? Yine “çalmayacaksın” ile devam edelim. Çalma günahını yaparken, “Tanrı beni fakir yarattığı için ben de çaldım” mı diyeceğiz? Yoksa sorumluluğun bizde olduğunu kabul mu edeceğiz?
• Günah işlediğimizde, geçekten de, “Buna engel olmak için yapabilecek bir şeyim yoktu” diyebiliyor muyuz? Gerçekten çalmayabilir miydim? Mesela “Çalmamak için, çok hoşlanmasam bile, geçici olarak bile olsa yapabileceğim bazı işler yok muydu? Çalmak yerine gerçekten çalışıp doğru yollardan para kazanamaz mıydım?”
Buna evet diyebiliyorsak, tövbe yüreğiyle ve değişerek Tanrı’ya yaklaşabiliriz. Ama diyemiyorsak, belki de içinde bulunduğumuz durum bir denenme değil ama ayartılma olabilir. Bunun hangisi olduğunu ayırt etmek, bizim için yaşam ve ölüm kadar önemlidir. Bugünden itibaren bu konuda uyanık olmak için dua edelim.
Rab her birimizi ve kilisesini bereketlesin. Dua edelim.

Vaaz 2020.03.08 Yakup 1 Kutsal Denenme

Bugün ve bundan sonraki haftalarda -RAB dilerse- Kutsal Kitap’taki “önemsiz bir mektup üzerinde düşüneceğiz. 

Önemsiz dediğim için bana kızmayın, “önemsiz bir mektup” ifadesini, Yakup mektubu için kullanan kişi Martin Luther’dir. M. Luther, Tanrı’nın çok büyük işler yapmak için kullandığı, tarihe geçen bir adamdı. Ama neticede bir “adam”dı ve her adam gibi o da kusurluydu. Yakup mektubu hakkında böyle bir ifade kullandı, çünkü hayatını ve mücadelesini iyi biliyorsunuz, onun mücadele ettiği kişiler, kurtuluş için iman kadar iyi işlerin de gerekli olduğuna inanıyordu. Diğer taraftan Yakup mektubu ise iyi işlerle ilgili öğretilerle doluydu. Luther, ve tabi ki onunla birlikte pek çok kişi Yakup mektubunu eksik yorumladı ve “önemsiz” yakıştırmasını yaptı.  

Gerçekte Yakup mektubunun bir başyapıt olduğunu söylersek abartmış olmayız. Küçük ve eğiticidir ve çok pratik konulara değinir. Gerçekten de çok sevilmeyen bir mektuptur, çünkü şu konulara değiniyor: İnsanın dilini denetlemesi, zenginlere zengin oldukları için saygı gösterilmesi, imanımızın gerçek olduğunu yaşamlarımızda göstermemizin gerekliliği. Bu konular kimsenin kolay kolay hoşuna gitmeyecek konulardır.   

Geçen hafta biraz bahsetmiştim. Kilisede hangi konularda ve hangi bölümlerden vaaz vereceğim konusunda Tanrı’ya dua ettim ve yüreğimde Yakup mektubuna doğru çok güçlü bir yönlendirme hissettim. Yakup mektubu kişisel olarak benim de tercihim olmazdı. Ama yürekten inanıyorum ki, Tanrımız bizlerden bu dönemde, bu mektuptaki “önemli” uyarılarını hatırlamamızı ve dikkate almamızı istiyor. 

Ayetlere geçmeden önce kısa birkaç bilgi vermek istiyorum. İncil’de dört farklı Yakup var ama birçok sebepten bu mektubun yazarının İsa’nın kardeşi olan Yakup olduğuna inanılıyor. Sebeplerini vaaza eklemiyorum ama toplantıdan sonra sebebini sormak isteyen olursa sohbet zamanında konuşabiliriz. Yakup hakkında bildiklerimiz, Yahudiliğe bağlı bir adamdı. Yeruşalim’de İ.S. 48-49 yıllarında, yasa konusunda kararlar alınan bir toplantıyı yönetti. Tarihçi Josephus’a göre ise, yasaya bağlılığı sebebiyle Yahudiler arasında sevilen birisi olmasına rağmen, yasak olduğunu bile bile Mesih’e tanıklık ettiğinden dolayı İ.S. 62 yılında şehit edildi. Bu yıllar göz önüne alındığında da, İncil’in kaleme alınan ilk bölümü olduğu düşünülüyor. 

Şimdi 1. ayetten başlayarak mektuba geçelim: 

Ayet 1: Tanrı’nın ve Rab İsa Mesih’in kulu ben Yakup, dağılmış olan on iki oymağa selam ederim. 

Yakup kendisini “Tanrı’nın ve Rab İsa Mesih’in kulu” olarak tanımlıyor. Eğer bu Yakup, bahsettiğimiz gibi ve genel olarak inanılan gibi, İsa’nın kardeşi olan Yakup ise, ilginç bir nokta ortaya çıkıyor. 

Yu.7:5’te Yuhanna, İsa için şu cümleyi kullanıyor: “Kardeşleri bile O’na iman etmiyorlardı.” 

Ve Markos 3:21’de benzer bir şekilde şu cümle var: “Yakınları bunu duyunca, ‘Aklını kaçırmış’ diyerek O’nu almaya geldiler.” 

Yani İsa Müjde’yi duyururken, kardeşleri ve yakınları bile O’na iman etmiyor ve aklını kaçırmış olduğunu düşünüyorlardı. Ama o zaman pek önemsenmese de, Tanrı’nın sözleri, herkesin yüreklerinde kök salıyordu. Bugün de böyledir. Tanrı’nın sözü çok sayıda kuşkucu kişiyi “Tanrı’nın kulları” haline getirdi. Bizler de Müjde’yi paylaşırken bunu hatırlayabiliriz. 

Aslında sadece “Tanrı’nın” değil de, “Tanrı’nın ve Rab İsa Mesih’in kulu” diyor. Yani o ayetteki gibi (Yuh.5:23) Baba’yı onurlandırdığı gibi Oğul’u da onurlandırıyor.  

Ve hemen devamında mektubun kime hitaben yazıldığını okuyoruz: “Dağılmış olan on iki oymağa.” 

Yani kime? Asıl dağılma, iki hafta öncenin vaazında bahsettiğimiz o peş peşe gelen İsrail ve Yahuda krallarının ve halklarının günahları sonucunda Tanrı’nın onları sürgüne göndermesiyle oldu. Bunlardan az bir bölümü, yine o vaazda okuduğumuz gibi, Ezra ve Nehemya’nın günlerinde ülkelerine döndü. Ama İsa’dan sonra başka bir dağılma daha oldu. Mesih’e inanan Yahudiler de dağılmak zorunda kaldılar.  

Elçilerin İşleri 8:1 İstefanos’un ölümünü Saul da onaylamıştı. O gün Yeruşalim’deki kiliseye karşı korkunç bir baskı dönemi başladı. Elçiler hariç bütün imanlılar Yahudiye ve Samiriye’nin her yerine dağıldılar.  

Ve bazı tarihçiler, dağılan imanlıların Fenike, Kıbrıs ve Antakya bölgelerine kadar sürüldüğünü yazıyor. Bu mektup onlara yazıldığı için bizi ilgilendirmez mi? Bizler de bu dünyada yabancı ve konuk değil miyiz? Belki bu mektup doğrudan değil, ama yine de bize yazıldı. 

Ayet 2: Kardeşlerim, çeşitli denemelerle yüz yüze geldiğinizde bunu büyük sevinçle karşılayın. 

Denenmeyle yüz yüze geldiğinde sevinçle karşılayan kimse var mı? 

Bölümün geneline baktığımızda, Yakup iki farklı denenmeden bahsediyor: Öncelikle 2-12 ayetlerinde “Tanrı’dan gelen, imanımızın gerçekliğini sınayan ve bizi Mesih’e benzer hale getiren, kutsal denenmelerden, sonra da 13-17 ayetlerinde “Kutsal olmayan ayartılardan” bahsediyor. Biz bugün Kutsal denenmelere bakacağız. 

Hepimiz iyi biliyoruz ki bir Hristiyan’ın yaşamı problemlerle doludur. Çok çeşitlidirler: kimi zaman beklenmedik anda gelir, kimi zaman üst üste gelir, ama bir konuda ortaktırlar ki: mutlaka gelirler! Yakup, “yüz yüze gelirseniz” değil, “yüz yüze geldiğinizde” diyor. Hristiyanlar olarak denenmelerden kaçamıyoruz. Önemli olan, denenme geldiğinde ne yapacağımızdır. 

Bir denenmeyle karşılaştığımızda genel tepkilerimiz nelerdir? Hafife alırız, cesaretimizi kaybederiz, söyleniriz (neden böyle, neden şöyle), şikayet ederiz, kaderci bir insana dönüşürüz. Bazen Tanrı’yı bile sorgularız. Bunun kronikleştiği durumlarda ise, öyle bir insan haline geliriz ki, sürekli kendisine acıyan, sürekli ilginin kendi üzerinde olmasını isteyen insanlar haline geliriz. Tanrı bu tepkilerimizden hoşnut olmayacak. Bunun yerine şu ayeti hatırlayabiliriz:  

İbraniler 12:11 Terbiye edilmek  başlangıçta hiç tatlı gelmez, acı gelir. Ne var ki, böyle eğitilenler için bu sonradan esenlik veren doğruluğu üretir.   

Bu denenmeler bizim yararımızadır. Bu tepkiler yerine şunu söyleyebiliriz kendimize: “Bu denenmeler benim yararımadır. Bunun olmasına Tanrı izin veriyor. Tanrı’nın benim için iyi bir amacı olduğunu biliyorum ama bunun ne olduğunu bilmiyorum. Benden ne istediğini öğreneceğim. Hayatımda Tanrı’nın amacı gerçekleşsin!”  

Bu yüzden Yakup diyor: Sevinin! Cesaretinizi kaybetmeyin, isyan etmeyin. Tanrı bizimledir çünkü Tanrı bizlerin Mesih’e benzemesi için hayatımızla uğraşıyor. Bu denenmeler düşmanımız değil. Ruhun meyvelerinin çıkması için bazen olumsuz koşullar da gerekiyor. “Fırtınasız denizden iyi kaptan çıkmaz.” 

Kaç kez şunu duydunuz: “Çok zordu benim için, ama Tanrı iyi ki bu tecrübeyi yaşamama izin verdi.” Ben bunu çok söylerim. Aynı tecrübeleri tekrar yaşamak istemem, ama ondan öğrendiklerimi inkar edemem. 

Ayet 3-4: Çünkü bilirsiniz ki, imanınızın sınanması dayanma gücünü yaratır. Dayanma gücü de, hiçbir eksiği olmayan, olgun, yetkin kişiler olmanız için tam bir etkinliğe erişsin. 

Dayanma gücüne sahip olabilmemiz için bazen imanımızın sınanması gerekiyor. Sorunlar bizleri iman hayatımızda güçlendiren şeylerdir, her şey sorunsuz olsaydı gelişmemiz de mümkün olmazdı.  

Dayanma gücünün tam bir etkinliğe erişmesi gerekiyor. Ama bazen biz kendimiz buna engel oluyoruz. Nasıl? Bir denenme geldiğinde, odak noktamız şudur: Hemen denenmeden kurtulmak. Çünkü sorunlardan bunalıyoruz ama Tanrı’nın amacının ne olduğunu sormadan önce sıkıntıdan çıkmak zordur. Tanrı bizi o denenmeyle bir sonuca ulaştırmak istiyor ama biz O’nun planını engelliyoruz. Bu sebepten de bir kısır döngü yaratıyoruz çünkü ileride Tanrı bize o konuda yine bir şey öğretmek istiyor ama bu sefer eskisinden daha fazla sorun yaşıyoruz çünkü sorun daha da kök salmış oluyor. Diş hekimine gitmek için ağzımızın mahvolmasını bekleseydik, ne kadar acı çekerdik? Ama ilk başta gidersek, ne kadar acı çekeriz? Dayanma gücümüzü geliştiren olaylardan kaçarsak, Tanrı’nın amacı hayatlarımızda gerçekleşmeyecek. 

Cesaretimiz kırılmasın. Esenlik, sadece Tanrı’ya gerçekten boyun eğdiğimizde geliyor. Tanrı’nın amacına odaklanalım, hiçbir sorun zaten Tanrı’dan büyük değildir. Bazı sorunlar hiçbir zaman geçmeyecek. Pavlus “Bu hastalığı benden al” dediğinde Tanrı “Lütfun sana yeter” karşılığını verdi.  

Ayet 5-8 İçinizden birinin bilgelikte eksiği varsa, herkese cömertçe, azarlamadan veren Tanrı’dan istesin; kendisine verilecektir. Yalnız hiç kuşku duymadan, imanla istesin. Çünkü kuşku duyan kişi rüzgarın sürükleyip savurduğu deniz dalgasına benzer. Her bakımdan değişken, kararsız olan kişi Rab’den bir şey alacağını ummasın. 

Tanrı’nın bizi azarlayacağından korkmaya gerek yoktur. Tanrı, amacının ne olduğunu anlamak isteyen kişilere her zaman yardım ediyor. İhtiyacımız olan bilgeliği O’ndan isteyelim. Kutsal Kitap’ta kiminle evlenmek istediğimiz ya da finansal durumumuzu nasıl yöneteceğimize dair spesifik yanıtlar yok ama O’nun içinde Tanrı’nın ilkeleri var. Tanrı’nın ilkelerini hayatlarımıza uygulamak için de bilgeliğe ihtiyacımız var. 

Ama bunu isterken kuşku duymadan istemeliyiz. Esenlik içinde olmak için O’nun Hey Şeye Gücü Yeten Tek Tanrı olduğuna iman etmeliyiz. O zaman esenlik buluruz çünkü şüphe duyduğumuzda rüzgarla savrulan deniz dalgası gibi değişken ve kararsız oluruz. Bir o tarafa bir bu tarafa gider geliriz. 

Ayet 9-11 Düşkün olan kardeş kendi yüksekliğiyle, zengin olansa kendi düşkünlüğüyle övünsün. Çünkü zengin kişi kır çiçeği gibi solup gidecek. Güneş yakıcı sıcağıyla doğar ve otu kurutur. Otun çiçeği düşer, görünüşünün güzelliği yok olur. Zengin de bunun gibi kendi uğraşları içinde kaybolup gidecektir. 

İlk bakışta bu ayetler konuyla ilgisiz gibi geliyor ama Yakup burada “denenme” konusunda örnek veriyor. Özetle söylemek istediği şey şudur: İnsan hangi durumda olursa olsun, bu durumdan ruhsal yararlar sağlayabilir. Örnek: fakir birisi, her durumda tembel demektir diyemeyiz. Tanrı onun belli bir düzeyde kazanmasını uygun görmüştür. Geçen hafta bunu işledik. Tanrı her birimize farklı bereketler veriyor. Ama biz ne yapıyoruz? 

Bir çok Hristiyan sürekli şikayet eder. Cinsiyetinden, boyundan, yaşından. Erkekler kadınları daha şanslı görür kadınlar da erkekleri. Uzun boylu insanlar kısa olmak ister kısa boylu insanlar uzun. Gençler yaşlı olmak ister yaşlılar genç olmak ister. Pavlus diyor ki: “…şimdi ne isem, Tanrı’nın lütfuyla öyleyim.” Bizim için doğru bakış bu olmalı. Tanrı’dan gelen ve değiştiremeyeceğimiz şeyleri kabul etmeliyiz. Bu örnekte zenginlik kötülenmiyor. Göksel değerlerin değil de dünyasal değerlerin peşinden gidenlerin sonu resmediliyor. Yoksa alçakgönüllüyü yücelten de lütuftur, zengini alçakgönüllü yapan da yine lütuftur. Son olarak: 

Ayet 12: Ne mutlu denemeye dayanan kişiye! Denemeden başarıyla çıktığı zaman Rab’bin kendisini sevenlere vaat ettiği yaşam tacını alacaktır. 

Tanrı sıkıntılara dayanan kişileri kutsuyor. Bu taç, bizim için büyük bir ödüldür değil mi? Bu taç, Mesih’in yargı gününde alacağımız ödüldür. Tabi ki sonsuz yaşam, bu denenmelerden başarıyla  geçecek olanlara verilecek olan ödül değildir. Ama şimdiki zamanda gösterdiğimiz iman ve sabrın, yargı kürsüsünde onurlandırılmasıdır.  

İsa Mesih’e iman aracılığıyla sonsuz yaşama kavuştuk. Ama yargı kürsüsünde söylenip duran da, sevgiyle katlanan da kendi ödüllerini alacak. 

Şimdi bugünden itibaren bu ilkeleri hayatlarımıza uygulayalım mı? Şu soruları soralım: Değişik denenmelerle yüz yüze geldiğimde: 

Bunu şanssızlık olarak görüp şikayet mi ediyorum? – Yoksa Tanrı’ya şükrediyor muyum? 

Sıkıntılarımı herkese  ilan mı ediyorum? – Yoksa sakince ve Tanrı’yla sıkıntılara katlanıyor muyum? 

Denenmenin biteceği günü mü iple çekiyorum? – Yoksa Tanrı’nın amacını anlamaya çalışıyor muyum? 

Kendimi acındırmaya mı çalışıyorum? – Yoksa başkalarına hizmet etmeye mi çalışıyorum? 

Rab her birimizi ve kilisesini bereketlesin.

Vaaz 2020.03.01 Toprak Sahibi

Matta 20:1-16 (bağcı benz.) İsteyen şimdi açabilir. (sf1035) 

 

Son zamanlarda Eyüp kitabını okuyorum. Bu bölüm birçok konuda ve Tanrı’nın adaleti hakkında düşündürüyor. Bazen çevreme baktığımda bazı “insan canlısı olmayan” kişilerin çok ciddi derecede varlık, sağlık, çoluk çocuk sahibi olduklarını ama bazı alçak gönüllü, bizim tabirimizle “gariban” insanların yokluk içinde ve her çeşit sıkıntılar içinde olduklarını görüyorum. İnsan olarak baktığımda, yaşayış olarak baktığımda hiçbir fark göremiyorum, hatta bazen kendimin bile başka insanlardan daha çok ve daha gönülden çalıştığımı ama yine de onların -daha az emeklerine karşılık- daha fazlasına sahip olduklarını görüyorum ve kendimin bundan daha fazlasını hak ettiğimi düşünüyorum ve Tanrı’nın adaletini sorguluyorum. (bu bir benzetmedir, herkesin bildiği gibi vaizler günahsızdır!! 🙂   

 

…Kötülerin hak ettiği doğruların, doğruların hak ettiğiyse kötülerin başına geliyor… 

VAİZ 8:14 TCL02 

https://bible.com/bible/170/ecc.8.14.TCL02 

 

Tanrı’nın adaletini sorguladığınız oldu mu? 

 

Bugün okuyacağımız benzetmede, Tanrı’nın adaletini sorgulayan işçilerin söylenmelerine ve Tanrı’nın o söylenmelere nasıl karşılık verdiğine, ve böylelikle Tanrı’nın egemenliğinde işlerin nasıl tahmin ettiğimizden daha farklı yürüdüğüne bakacağız. 

 

İlk iki ayeti okuyalım: (a.1-2)  

Hangi karakterler var? Toprak sahibi ve işçiler.  

Toprak sahibi kimdir? Tanrı.  

İşçiler kimdir? Hizmet eden insanlar. Siz ve ben. Benzetmenin devamını bunları hatırlayarak okuyalım. 

Toprak sahibi ne yapıyor? Bağında çalışacak işçi tutmak amacıyla sabah erkenden kalkıyor. Amacı işlerini yapacak işçiler bulmaktır. Ve sabahın erken saatlerinde bazı işçiler bulup onlarla anlaşıyor. Ne kadarlık ücret karşılığında anlaşıyor? Günlüğü 1 dinar. Devam edelim. 

 

(a.3-7) Toprak sahibi, sabah erkenden bulduğu işçilerin haricinde, sabah dokuza doğru tekrar dışarı çıkıp bu sefer başka işçiler daha buldu. Aynı şekilde, öğlen tekrar, saat üçe doğru tekrar, saat beşe doğru tekrar başka işçiler buldu. Bu toprak sahibinin çok büyük bir bağı olmalı. 

 

Bu noktada şu  konuya dikkat çekmek istiyorum: Toprak sahibinin sabahın erken saatinde çıkıp bulduğu ilk işçiler ile, daha sonra bulduğu tüm işçiler arasında bir fark var. Bu fark nedir? İlk işçilerle bir pazarlık oldu değil mi? Onlar konuştular ve bir ücret yani 1 dinar için anlaştılar. Ama sonraki işçiler? Onlar bir pazarlık yapmadılar. Toprak sahibi şöyle dedi: “Hakkınız ne ise veririm.” Devam edelim. 

 

(a.8) Akşam oldu, gün bitti. Eski dönemlerde Eski Antlaşma’daki Yasa kuralları uyarınca işçilere ücreti sabah olmadan veriliyordu. Toprak sahibi kahyasına buyurdu, kahyası da sonunculardan başlayarak birincilere doğru, hepsine ücretlerini verdi. Neden? Toprak sahibi zekidir. Böylede daha erken tutulanların hepsi, daha geç tutulanların aldıkları ücreti gördüler. Ve isyan çıktı. 

 

(a.9-12) Haksızlar mı? Hepsi nasıl aynı ücreti alabilir? Doğal olarak, sabahın erken saatlerinden beri çalışanlar daha fazla alacaklarını sandılar. Ama onlara da 1 dinar verildi. Doğal olarak gücendiler. Bütün gün çalışmış olmanın ağır yükü, öğlen sıcağında çalışmış olmanın yorgunluğunu taşıyor olmalıydılar. Ama toprak sahibi şöyle cevap verdi: 

 

(a.13-16) Şimdi gelin birkaç dakikalığına toprak sahibinin bakışından bakalım olaya. Ne dedi isyan eden birincilere? “Size haksızlık etmiyorum ki!! Sizinle 1 dinara anlaşma yapmadık mı?” Haksız mı? Bunu ben de iş dünyasında çok gördüm. İş görüşmesinde söylenen maaşı kabul edip işe başlıyor ve 2 hafta sonra maaşım çok düşük diye şikayet ediyor. Bu gerçek. Ama iş yeri sahibi, bu benzetmedeki toprak sahibi ona en baştan ücreti söyledi ve işçiler de kabul ettiler. Ve ekliyor: “Sana verdiğimi bu sonuncuya da vermek istiyorum.” Tamam. Toprak ve para onundur. Son işçiler birincilerin aksine, (farkları neydi?) pazarlık etmediler, toprak sahibinin “hakkınız neyse veririm” sözüne güvendiler. Alacaklarını, toprak sahibinin lütfuna bıraktılar.  

 

Şimdi şunu sormak istiyorum: Bir işçi olarak, lütfu mu tercih ederdiniz yoksa adaleti mi? Eğer adaleti tercih ediyorsanız, belirtmek isterim ki, eğer adaleti yani hak ettiğimizi alsaydık, hepimiz ölüydük. Günahın bedeli ölüm değil miydi? Tanrı o bedeli kendisi ödemedi mi? Biz hak ettiğimiz için mi Tanrı o bedeli ödedi? Yoksa bizi sevdiği için bizi lütfuyla mı kurtardı? İman yoluyla, lütufla kurtuluyoruz. Bunu Tanrı sağladı. 

 

Bunu sağlayan Tanrı, birinci işçilere ve onlar gibi düşünenlere diyor ki: “Kendi paramla istediğimi yapmaya hakkım yok mu? Elim açık diye kıskanıyor musun?” Şunu sözde ve gerçekte kabul edelim: Tanrı mutlak egemendir. Bu toprağın sahibi O’dur. İstediğini yapar ve yaptığı her şey, -bazen bize öyle gibi gelmese bile- adildir. Doğrudur. Güzeldir.  

 

Sabahın en erken saatinde çalışmak isteyen işçiler tam olarak hak ettiklerini aldılar. Anlaştıklarından 1 gram daha az ya da daha fazla almadılar. Ama yine de diğer işçiler onlardan daha az çalışıp aynı ücreti aldıkları için onları kıskandılar. Kabul edelim ki, bu haksızlık gibi görünüyor. Bunu inkar edemeyiz. Ama İsa benzetmenin başında ne dedi? “Göklerin Egemenliği …. benzer.” Göklerin Egemenliğinden bahsettiğimizde yeni bir düşünce şeklinden, bu dünyada alışkın olduğumuzun dışında bir egemenlikten bahsederiz. Bu benzetmede ise şudur: Aç gözlü, yarışçı ve rekabetçi kıskanç ruhumuzu bırakmalı ve artık İsa gibi düşünmeliyiz. (Yarış ve rekabet edebiliriz ama mesela birbirimiz için iyilik yapmakta, birbirimizi sevmekte…) 

 

Toprak sahibi bağını işleyecek işçiler arıyordu, Tanrı işlerini bizler aracılığıyla yapmak istiyor. Toprak sahibi tüm işçilerine aç gözlülüklerine göre değil ama Kendi lütfuna göre ödeme yaptı. Tanrı büyük bir bedel ödeyerek bizleri ölümden çekip yaşama aldı. Ve hala bizim hayatlarımız ve gereksinimlerimizle ilgileniyor. 

 

Şunu belirtmek istiyorum: Tanrı’dan alacağımız son ödüllerle ilgili olarak pazarlık yapmayalım. Her ne olursa. Pazarlık yapmayalım çünkü bizim yapacağımız pazarlık ve isteyeceğimiz şeyler, sonunda Tanrı’nın bize vermek istediklerinden her zaman daha az olacak. Bunun yerine Tanrı’nın “Hakkın neyse sana veririm” sözüne güvenmek bizim için daha iyi olacak. 

 

Belki o zaman kardeşlerimizden daha çok çalışacağız. Belki o zaman, bizden daha az çalışan kişilerin daha zengin olduklarını, daha popüler olduklarını ve daha saygı gördüklerine tanık olacağız. Belki biz daha çok hizmet edeceğiz ve daha çok şey kaybedeceğiz (ya da bir şey kazanmayacağız) ama daha az hizmet eden hatta hizmet bile etmeyenler varlık içinde yaşayacak. Tamam. Şunun hiç değeri yok  mu? Diğer insanlara bakmayı bırakıp, kendimize bakıp, o toprak sahibinin işinde çalışmanın bile kendi kendine ne kadar paha biçilmez bir lütuf olduğunu anımsayarak zevkle ve azimle çalışmaya devam etmek? Bir darbe yediğimizde, elimizden tutup kaldıranın kim olduğunu hatırlamak. Tanrı’nın bağında çalışmaya fiyat biçilemez. Ve unutmamak lazım ki, günahın ücreti herkes için ödendi. Benim için, sizin için ve herkes için. 

 

Son ayet çok önemli. (a.16). İsa bunu başka yerlerde de söyledi. Ödül konusunda sürprizler olacaktır. Burada birinci olanlar ve öyle hayat yaşayanlar, alacakların ödeneceği günde sırada sonlarda kalacaklar ve burada sonuncu olanlar ve öyle hayat yaşayanlar, orada ilk sıralarda olacaklar. Gurur, bencillik ve hırsla yaşayanlar da, sevgi ve minnettarlıkla hizmet edenler de, karşılıkları neyse onu alacaklar. 

 

Özetlemek gerekirse, Tanrı, bize verdiği lütuf uyarınca bizi bu dünyada bir yerlere getirmiş, bize varlık vermiş olabilir. Bundan dolayı diğerlerini küçük görüp, gurur yapıp övünmemeliyiz. Ya da çok çalışmamıza rağmen bize fazla bir varlık vermemiş olabilir ve çevremizde varlık sahibi başka kişiler görüyoruzdur. Bundan dolayı da onları kıskanmamamız gerekir. Tanrı’nın farklı ölçülerde lütuflar verdiği kimseyi kıskanmamalıyız. Çünkü bize bazen adaletsiz gelse bile, Tanrı egemendir ve O’nun lütfu herkes içindir. Ve unutmayalım ki sonuncular birinci, birinciler de sonuncu olacaklar. Tanrı’nın egemenliği böyledir. Bunu İsa diyor.  

 

Ayrıca işlerimiz de zengin olmak, kendimizi üstün görmek ve göstermek için, saygı görmek için, insanların gözünde doğru kişiler olmaya çalışmak için olmasın. İşlerimiz, bizim değil, ama biz Tanrı’da olduğumuz için, O’nun doğruluğundan gelen işler olsun. 

 

Tanrı her birimizi ve kilisesini bereketlesin.       

Vaaz 2020.02.23 Pusudaki Tanrı

Bugün sizlere İsrail krallarının tarihinin küçük bir kesitinden, ve o krallardan birisinden kısaca bahsedeceğim. Aslında onlardan değil, ama Tanrı’nın onlar aracılığıyla nasıl çalıştığına bakacağız. Eğer kitaplarınızı şimdi açmak isterseniz, bu kesit 2. Tarihler 20.bölümde geçiyor. Kutsal Kitapta sayfa: 476. 

Biliyorsunuz Tanrı Davut aracılığıyla İsraillileri epey bir rahata kavuşturmuştu. Davut İsrail’in tüm düşmanlarına karşı savaştı ve hepsini kazandı. Sonra Tanrısı Rab için bir tapınak yapmak istedi ama Tanrı O’na izin vermedi. Çünkü çok savaştığı için çok kan dökmüştü. Ama Tanrı, bu iş için Davut oğlu Süleyman’ı uygun gördü. Süleyman, Tanrısı Rab için tapınağı inşa etti ve ülke uzun bir süre huzur içinde yaşadı. Daha önceden Tanrı’dan bilgelik isteyen ve yükselen Süleyman, giderek daha fazla hata yaptı ve sonunda Tanrısından epey bir uzaklaştı. Ama Tanrı, Davut soyuna verdiği söz uyarınca soyundan krallar çıkarmaya devam etti. Süleyman oğlu Rehavam’ın hatalarıyla krallık Yahuda ve İsrail olarak ikiye bölündü. Ve her iki parçaya da dönem dönem farklı krallar hükmetti. Bu krallardan bazıları Tanrı’nın yoluna kısmen de olsa bağlı kaldı, bazıları ise tamamen bağlı kalmadılar, diğer ulusların putlarına tapıp törenlerini uyguladılar ve Tanrı’ya tamamen sırtlarını döndüler. Ve sonunda tüm halk sürgüne  gitti. 

Gidişat kötüydü ama her şey kötü değildi. Arada, Tanrı’yı hatırlayan ve O’ndan korkan bazı krallar da çıktı. Bugün bakacağımız Asa oğlu Yehoşafat, onlardan birisidir.  

Bölüme geçmeden önce, Yehoşafat, babası Asa gibi Tanrı’ya yakındı. Atası Davut’un yollarını izlemeye çalışıyordu. İsrail halkına uymadı, Tanrı’nın buyruklarına uydu. Ünlendi, herkes ona armağanlar getirdi ve zengin oldu. Yehoşafat’ın yaptığı önemli işlerden bazıları, putperestlik yapılan yerleri ve putları kaldırttı. Bazı görevliler atadı, bu kişiler kentleri dolaşarak Yasa Kitabında yazılanları halka öğretiyorlardı. Kentleri sağlamlaştırdı ve yiğit savaşçılar yetiştirdi. Zaman geçtikçe saygınlık ve zenginlik üst seviyelere ulaştı ve çevredeki diğer uluslar Yehoşafat’a karşı savaşamaz duruma geldiler. Sonra İsrail tarafının yüreği Tanrı’da olmayan kralı Ahav’a uyarak Tanrı’nın gözünde hoş olmayan şeyler de yaptı. Hatta bir defa Tanrı’nın bir kahininden azar yedi. 25 yıl krallık yaptı ve sonunda atalarına kavuştu. 

Yehoşafat, mükemmel değildi, ama Tanrı’ya yüreğini vermek isteyen bir adamdı. Bu dolaşarak halka Yasayı öğretme görevi verdiği kişilerin haricinde bizzat kendisi de, halk arasında dolaşarak insanları Tanrı’ya döndürüyordu. Şimdi karakterini anlatabilmek için, krallık için atadığı yargıçlara ve kahinlere verdiği birer öğütten size bahsetmek istiyorum: 

Yargıçlara: “Yaptıklarınıza dikkat edin, çünkü Tanrımız Rab kimsenin haksızlık yapmasına, kimseyi kayırmasına, rüşvet almasına göz yummaz.” 19:6 

Kahinlere: “Görevinizi Rab korkusuyla, bağlılıkla, bütün yüreğinizle yapmalısınız.” 19:9 

Ayrıca genel olarak bütün görevlilerine şu öğüdü verdi: “Yürekli olun, bu buyrukları uygulayın. Rab doğru kişiyle olsun!” 19:11 

Öğütlerinden de anlayabileceğimiz gibi, Tanrı’yı düşünen bir adamdı. Adanmıştı. Ama sonra ne oldu biliyor musunuz? Çevredeki 3 ulus, birleşerek çok büyük bir ordu oluşturdu ve onlara karşı savaşmak için yola çıktı. Bazen hayatınızı adarsınız ama tam bir adanmışlık bile, hayatınızdaki her şeyin harika ve sorunsuz olacağı anlamına gelmez. Şimdi parça parça ama hızlıca bölümü okuyalım: 

(a.1-2) Bahsettiğimiz gibi, ilk iki ayette, 3 ulusun ordularının birleşerek Yehoşafat’a karşı savaşmak için onun üzerine doğru yola çıktığını görüyoruz. Şimdi 3-4 ayetleri okuyarak kralın tepkisine bakalım: 

(a.3-4) Korktu. Kim korkmazdı ki? Ama bir karar verdi. Bu karar neydi? Rab’be danışmak. Bunun yanı sıra oruç tuttu ve tüm halk için oruç ilan etti. Tanrı’nın isteğini ararken ve O’nun yardımına sığınırken bunu oruçla güçlendirebiliriz. Ve onlar bütün bir halk olarak bir araya toplanıp Rab’den yardım dilediler. Kral sonra bir dua ile Tanrı’ya yaklaştı. Şimdi bu duayı okuyalım: 

(a.5-13) A.9: Süleyman’ın bu duasını hatırlıyor musunuz? 1. Krallar 8:22-61 ayetlerinde o duanın tamamını okuyabilirsiniz. A.10: Bu bölümleri de okumak isterseniz Yasanın Tekrarı 2:4-19 ayetlerinden okuyabilirsiniz.  

Ne harika bir dua, değil mi? 6-7 ayetlerinde, Tanrı’nın egemen olduğunu ilan ediyor, böyle başlıyor duasına. Sonra 7-9 ayetlerinde vaatleri veren kişinin Tanrı’nın kendisi olduğunu ilan ediyor, yani “Sen egemensin ve bu vaatleri bize Sen verdin” diyor. Ve 12.ayette ne diyor? Kendini alçaltıyor. “Bizim gücümüz yok. Ne yapacağımızı bilmiyoruz. Gözümüz sende. Bize yardım et.” Bütün halk çocuklarıyla birlikte orada. Tanrı’nın cevabını okuyalım: 

(a.14-17) Tanrı iyidir. Tanrı’nın bu cevabına karşılık, halkın tepkisini okuyalım: 

(a.18-19) Tanrı’ya tapındılar, O’nun önünde kendilerini alçalttılar, ve yüksek sesle O’nu övdüler. Şimdi hikayenin geri kalanını okuyalım: 

(a.20-30) Tanrı adını yüceltti. Uluslar arasında yüceldi. O’na iman edenler aracılığıyla. 

Yehoşafat’ın üzerine onu yok etmek için gelen 3 ulus büyüklüğünde bir ordu vardı. Zafer imkansız görünüyordu. Korktu, ama Tanrı’ya yaklaştı. Çünkü savaş aslında Tanrı’nındır. O, halkına kurtuluş sağladı. Yahuda’nın düşmanları için Tanrı “pusu” kurdu. Toplam 3 topluluktan, önce iki tanesi birleşip bir tanesini yok etti ve sonra kalan ikisi birbirini yok etti. Gözetleme kulesinden bir baktılar ki, her yer onların cesetleriyle dolmuş. Biraz önce ne kadar büyük bir korku, heyecan ve çaresizlik vardı değil mi? Ama şimdi, sadece zafer! Çünkü Tanrı pusu kurmuştu. Ve adını yüceltmişti. 29.ayette dediği gibi, diğer uluslar duydular ki Rab İsrail’in düşmanlarına karşı savaşıyor, onları bir korku aldı. Tanrı korkusu. Ve bundan sonra Yehoşafat ve ülkesi her yandan kuşatılmıştı. Ama düşmanlarla değil, (a.30) – esenlikle. 

Aden bahçesinden beri peşimizde olan bir düşman, bugün hala bize zor anlar yaşatıyor değil mi? O gün yılan kılığında hayatlarımıza giren bu düşman, bu hikayede okuduğumuz 3 ulusun birleşiminden oluşan bu büyük ordudan bile daha büyük ve güçlüdür. Ve bugün hala bizi yok etmek için üzerimize geliyor. Bizler bugün günümüzde de savaş veriyoruz, tek farkı, bu savaş kılıç, kalkan veya tabancalarla değil, ama ruhsal olarak veriliyor.  

Ama sakin olabiliriz, çünkü Tanrı aynı o gün düşmanlarına karşı pusuda olduğu gibi, bugün de pusuda. İmkansız durumlarda bile O’na güvenenler için Tanrı pusudadır. Cesur olabiliriz, cesaret korkmamak demek değildir. Cesaret, korkuyor olmamıza rağmen, Yehoşafat gibi, Tanrı’ya bakmaya karar vermektir. O’nda kalmaya karar vermektir.  

Tanrı her zorluktan bizi çekip alacak demiyorum. Hiçbir zaman hiçbir acı çekmemize izin vermeyecek demiyorum. Biz oturacağız ve o her şeyi yoluna koyacak demiyorum. Bazen uzun süre deneneceğiz bazen acı çekeceğiz ve bazen işler yoluna girmeyecek. Ama Tanrı ruhlarımızı esenliğe kavuşturacak çünkü işin gerçeği, zafer çoktan kazanıldı. 

Düşman Yehoşafat’ın üzerine doğru gelirken, onu paramparça edeceğini düşünmüştür. Pusuda olan Tanrı eminim ki onların denklemlerinde yer almadı. Eminim ki çarmıhta da bu böyleydi. Düşmanları çarmıha çivilenmiş olan İsa’yı gördüklerinde zafer kazandıklarını düşünüyorlardı. Kafasında dikenli taç ile birlikte akan kanı gördüklerinde… Ama bilmiyorlardı ki, Tanrı pusu kurmuştu. Bilmiyorlardı ki, İsa’yı o çarmıhta tutan şey çiviler değildi. O’nun sevgisiydi. 3.gün dirilerek sonsuza dek geçerli olan zaferi kazandı.  

Tanrı’nın sağladığı bu zafer, bizim için de hiçbir şey yapmadan kurtulmak anlamına geldi. O gün Yahuda ülkesine yaptığı gibi. Onlar kurtulmak için hiçbir şey yapmadı. Ama Tanrı’yı hoşnut etmek için bir şeyler yaptılar. Sıkıntıya düşmeden önce Tanrı’ya baktılar. Sıkıntıya düştüklerinde de aynısını yaptılar. Tanrı’nın egemen olduğunu ilan ettiler, O olmadan güçsüz ve çaresiz olduklarını kabul ettiler, O’u her fırsatta övdüler ve yücelttiler, ve O’ndan duyduklarında tereddüt etmeden itaat ettiler. Sonuna ne oldu? Tanrı orada ve tüm uluslar içinde kendisini yüceltti ve ülkelerine esenlik geldi. 

Biz de kurtulmak için hiçbir şey yapmadık. Ama Tanrı’yı hoşnut etmek istiyorsak bir şeyler yapmamız  gerekiyor. Umarım bugün incelediğimiz bu hikaye yüreklerimize dokunur ve Tanrı’yı daha çok hoşnut edip O’ndan daha çok bereket almamız konusunda bize rehber olur.  

Rab her birimizi ve kilisesini bereketlesin.  

Vaaz 2018.07.22 Somut İman

Açılış

Günümüz dünyasında insanlar artık hayata daha maddesel bakıyorlar. Ateist bir arkadaşım vardı, bir gün bu arkadaşımla sohbet ederken bana bir Tanrı’ya inanmamasının sebebi olarak, gözüyle göremediğini bu yüzden de Tanrı’nın gerçek olmadığını söyledi. O’na yeryüzünü örnek gösterdim ve ağaçların, hayvanların, gökyüzünün kimin eseri olduğunu düşünüyorsun dedim. Büyük patlama ve evrim dedi. O’na rüzgarı da göremediğini ama gerçekten rüzgarın olduğunu söyledim. “Bu çocukları ikna etmek için” dedi. Şunu anlattım: Bilgisayarda bir yazı belgesi aç. İlk açtığında kaydet tuşu pasiftir, yani tıklayamazsın. Çünkü belgede yeni açılmıştır ve henüz kaydedecek bir değişiklik olmamıştır. Sonra belgedeki herhangi bir kelimenin sonuna gel ve boşluk tuşuna bir defa bas. Belgede herhangi bir değişiklik oldu mu? “Olmadı” dedi. O zaman kaydet tuşunun neden az önce pasifken şimdi aktif olduğunu sordum. Cevap veremedi. Çünkü dedim, bilgisayar boşluk tuşunu bir karakter olarak algılar. Eğer belgeyi kaydetmeden kapatmak istersen program seni uyaracaktır çünkü belgede değişiklik algılamıştır, çünkü sen hiçbir şey göremesende onun karakteri oradadır. O zaman biraz sinirlendi ve Tanrı’yı suçlamaya başladı. Açlıktan ölen çocuklardan, katillerden tecavüzcülerden, savaşlardan ve terörden, yeryüzündeki kötülüklerden dolayı Tanrı’yı suçlayıp durdu. Suçlamalara cevap vermek yerine, ona inanmadığı Tanrı’yı neden suçladığını sordum. Bir cevap veremedi, ama bu sohbet onu Tanrı’nın varlığına ikna etmeye de yetmedi. Yüreklerinde Tanrı sevgisi olmayan kişilerin yaptığı eylemlerden dolayı Tanrı’yı suçluyordu ama sorunun Tanrı’da değil, insanlarda olduğunun farkında değildi. Veya farkındaydı, ama sadece kabul etmiyordu. Günümüzde çoğu insan gözle görülemeyen yani soyut olan Tanrı ve iman hakkında alaycı konuşuyor ve başka bazıları yeryüzündeki kötülüklerden dolayı Tanrı’yı suçluyor. Tanrı artık problemlere bir çözüm olarak hiç düşünülmüyor. Hatta sanki problemin kaynağıymış gibi gösteriliyor.
Şimdi kısa bir video izleyeceğiz. Bu video Makedonya milli eğitim bakanlığı tarafından kullanılmış, kullanılış amacı ise Makedonya’ya okullarda yasaklanan din eğitimini geri getirebilmek.

Şimdi Kutsal Kitap’tan bir hikaye okuyacağız. Bu hikayede önce konuştuğumuz gibi, soyut olduğu için bağışlanmaya inanmayan ve Tanrı’yı suçlayan insanlar göreceğiz.
Markos 2:1-12 Bir Felçlinin İyileştirilmesi
AYET 1-2 Bölüm, “birkaç gün sonra…” diye başlıyor. Peki birkaç gün önce, yani Markos’un 2. bölüme geçmeden önce kaleme aldığı son bölümde neler olmuş? Markos 1:40-45 oku. Cüzamlı adam, İsa’dan şifa aldıktan sonra durdurulamaz bir şekilde paylaşmaya başladı. O kadar paylaştı ve haberler o kadar yayıldı ki, İsa artık ünlü oldu! Gideceği yerlere açık bir şekilde gidemeyeceği noktaya geldi. Ayette “Halk her yerden O’na akın ediyordu” diyor. Bu yüzden 2. bölümün başında yani birkaç gün sonra Kefarnahum’a geldiğinde ve evde olduğu duyulduğunda, o kadar çok insan toplandı ki, artık kapının önünde bile duracak yer kalmamıştı. Burada mucizeler yapan bir adam vardı ve insanlar mucize yapan adamı görmek istiyorlardı. Tanrı’nın gücünü gösterdiği zamanlarda insanlar bunu çekici bulur. İnsanlar yığın halinde geldiğinde, İsa onlara Tanrı sözünü anlatıyordu.
AYET 3-4 Bu arada kalabalığın en gerisinde, felçli bir adam vardı. Bir şiltenin üzerinde yatıyordu ve onu 4 kişi taşıyordu. Kalabalık yüzünden İsa’ya yaklaşamadılar. Dışarıdaki kalabalık onun İsa’ya yaklaşmasına engel oldu. Tanıdık geldi mi? Ne zaman birisi İsa’ya gelmek istese, bir veya birkaç engel çıkar. İlk defa kiliseye gelen kişi yolda durur ve içinden bir ses gerçekten mantıklı bir şey yapıp yapmadığını sorar. Vaftiz olmasına 1 hafta kalan kişi grip olur ateşi çıkar. Tüm duaları yanıtlanan kişi kiliseye gelmeye başladığında Tanrı’dan duyamamaya başlar. Tanrı’ya kendini adayan ve hizmeye başlayan kişi iş yerinden kovulur. Her zaman böyledir. Tanrı hayatlarımızda çalışıyor, hamdolsun, ama aynı zamanda günah da kapıda pusuya yatmış bir şekilde her zaman bekliyor ve İsa’ya doğru bir adım attığımızda hemen arkamızdan tutup bizi geri çekmeye çalışıyor. Eğer İsa’yı kabul etmeye hazırlanıyorsak kötü olan bizi bundan vazgeçirmeye çalışır. Eğer İsa’yı daha önceden kabul etmişsek bu sefer de O’na yaklaşmamızı engellemeye çalışır ve bizi İsa’dan mümkün olduğunca uzaklaşmaya zorlar. Şüphesiz ki Tanrı daha güçlüdür. Ama ne yapacağız?
Gerçekten İsa’yı bulmak isteyen ve O’ndan kurtuluş almak isteyen insanlar bir çözüm buldular. Engellere karşı bir yol aradılar ve bunun için mücadele ettiler. Bazen arkadaşları engel olduğunda, Nikodim gibi arkadaşlarından gizlice O’na geldiler. Bazen boyları engel olduğunda, Zakkay gibi bir ağaca tırmandılar. Bu felçliyi taşıyan kişiler ne yaptılar? Ayet 4 oku.
Damı delip açtılar ve adamı şilteyle birlikte aşağı indirdiler. Ya da, bir çözüm buldular. Belki de bu 4 kişinin isimleri şefkat, merhamet işbirliği ve kararlılıktı. İsa’ya yaklaşırken ya da birisini İsa’ya getirirken bu özelliklerle davranabiliriz. Bu eylemin sonucunda ne oldu?
AYET 5 – Oku İsa’nın onların imanından etkilendiğini söyleyebiliriz. Ama neden “Günahların bağışlandı?” Bu aslında biraz tuhaf. Neden? Çünkü konu felçti. Günah değildi. Adamın bedenini iyileştirip canını ihmal etmeyecekti değil mi? Bir kişinin başı ağrıdığında ve doktora gittiğinde, doktor ona ağrı kesici verip evine gönderebilir. Aldığı ağrı kesicinin etkisiyle bu kişi kendisini bir süre iyi hissedecektir. Ama birkaç saat sonra ağrı kesicinin etkisi geçmeye başlayınca yine başı ağrıyacaktır. Neden? Çünkü problem aslında çözülmedi, probleme sebep olan durum devam ediyor. Bir süreliğine iyileşen şey, sadece problemin sebep olduğunu bir belirtiydi. Problem devam ediyordu. Ama doktor bu kişiyi iyice muayene edip testler yapsaydı ve belirtisi baş ağrısı olan rahatsızlığı teşhis ve tedavi etseydi, o zaman baş ağrısı kalıcı olarak ortadan kalkacaktı. İşte İsa’nın yaptığı şey budur. O’na getirilen bu adamın geçici durumuna çare bulup, sonsuz durumunu düzeltmeden onu bırakmayacaktı. Bunun için “Günahların bağışlandı” dedi. Adam bağışlanma aldı ve bu durum bugün de geçerlidir. İsa çarmıha herkes için gitti herkesin kendisine gelmesini istiyor. 2 Korintliler 5:14-15’te şunu okuyoruz: “Yargımız şu: Biri herkes için öldü; öyleyse hepsi öldü. Evet, Mesih herkes için öldü. Öyle ki, yaşayanlar artık kendileri için değil, kendileri uğruna ölüp dirilen Mesih için yaşasınlar.”
AYET 6-7
Din bilginleri hemen “Günahların bağışlandı” ifadenin önemini yakaladılar. Bunu kaçırmaları mümkün değildi. Haklıydılar. Okudukları Kutsal Kitap onlara sadece Tanrı’nın günahları bağışlayabileceğini öğretiyordu. Bu nedenle, eğer başka bir kişi günahları bağışladığını söylüyorsa, ya bir terapiste görünmesi gerekiyordu, -ki o çağda bu konudaki terapi yöntemi onu öldürmekti-, ya da bu kişi Tanrı olmalıydı. O’nun Tanrılığını kabul etmek yerine, içlerinden O’nu küfretmekle suçladılar. İsa’yı suçladılar.
AYET 8-9 İçlerinden suçladılar, ama İsa’nın duyması için, dışlarından sesli bir şekilde konuşmalarına gerek yoktu. Ki bu da, başlı başına İsa’nın Tanrılığının bir kanıtıdır. Onlara şu soruyu sordu: “Hangisi daha kolay…?” İsa bu soruyu bize sorsaydı, cevabımız ne olurdu? Hangisi daha kolay? Aslında eğer mesele söylemekse, ikisi de kolay. Ama insani açıdan bakılırsa, ikisini de yapmak zor.
AYET 10-12 – Oku Buraya kadar İsa zaten felçlinin günahlarının bağışlandığını bildirmişti. Evet, ama bu gerçekten olmuş muydu? Din bilginleri felçli adamın günahlarının bağışlandığını görmediler. Çünkü bu soyut bir şeydi, gözle görülemezdi. Bu yüzden de inanmadılar. Bunun için de İsa onlara, felçlinin günahlarının gerçekten de bağışlanmış olduğunu göstermek için, onlara gözleriyle görebilecekleri bir şey verdi. Felçliye kalmasını, döşeğini toplamasını ve yürümesini söyledi. Adam bunlara anında karşılık verince, herkes şaşırdı. Çünkü böylesini daha önce hiç görmemişlerdi. Ama Musa’nın Kızıldeniz’i yarmasını Tevrat’ta belki yüzlerce kez okuyan bu insanlar, şimdi gözleri önünde gerçekleşen Tanrı belirtisine, karşı konulamaz bu kanıta rağmen, yine de inanmadılar. İnanç biraz da istek gerektirir, benim arkadaşım gibi, onlar inanmak istemiyorlardı.
ÖZET Evet, İsa’nın bir kez daha, yardıma muhtaç durumda olan bir insana yardım ettiğini görüyoruz. Felçli adamı taşıyan kişilerin, İsa’nın o kişiyi iyiliştirebileceğine dair inançları, güvenleri, imanları İsa’yı hoşnut etti. Buna karşılık İsa adamın sadece felcini iyileştirmedi, o anki problemi için şifa verdi ve aynı zamanda kalıcı çözüm olarak onun canını da kurtardı.
Ve hem de bunları yaparken herkese yetkisini de ilan etti ve bunu ispatladı. İsa’nın gerçekten de günahları bağışlama yetkisi vardır.
Çünkü o insan bedeninde aramızda yaşamış olan, Tanrı Söz’ünün vücut bulmuş hali, kendi ayaklarıyla çarmıha gitmiş, çarmıhta biz insanların günah bedelini ödemek için acılar içinde canını vermiş olan, ölümünün 3. gününde dirilerek yetkisinin ölümün de üzerinde olduğunu kanıtlamış olan, bize bağışlanma, bize kurtuluş ve bize Tanrı’yla sonsuz bir yaşam fırsatı sunan, günahsız kurban İsa Mesih’tir.
Bunun için O’na ne kadar şükretsek azdır, hamdolsun, bugün şu anda da hayatlarımızla da ilgilenmektedir. Ama aslında İsa bizi sadece hayatın geçici sıkıntılarından kurtarmıyor, sadece geçici olanları değil ama kalıcı ve sonsuz olan ruhumuzu da kurtarıyor.
Din bilginleri O’nun günahları bağışlayabileceğine inanmadılar çünkü soyut olan bağışlanmayı gözleriyle göremediler. Ama bağışlanma gerçekten her zaman soyut mudur? Bağışlanma her zaman gözle görünmez midir? Zakkay’ın İsa’yla konuştuktan sonra mal varlığını dağıtması soyut mudur? Oldukça gözle görülebilir bir değişimdir. İsa bu felçli kişiyi iyileştirdikten sonra hemen şiltesini toplaması, herkesin gözünün önünde çıkıp gitmesi, gözle görülebilir bir değişimdir. Bunu gören insanların Tanrı’yı övmesi, gözle görülebilir. Biz İsa’ya geldikten sonra hayatlarımızdaki değişim somut oldu mu? İnsanlar hayatlarımızdaki değişimi gözleriyle görebildiler mi? Görebiliyorlar mı?
İman bazen somuttur. Hem de en az İsa’nın ellerine dokunan Tomas’ın hissettiği kadar.
İmanımızı somut bir hale getirebilir ve insanların bunu açıkça görmesini sağlayabiliriz. Yüreğimizde Tanrı sevgisiyle yaptığımız Tanrı’nın isteğine uygun her eylem, Tanrı’nın varlığına somut bir kanıttır ve gözle açıkça görülebilir. Bu aynı zamanda insanlara gerçek Tanrı’yı gösterebilmemiz için en güzel fırsattır. Ama buna rağmen yine de inanmak istemeyen insanlar, bu hikayedeki din bilginleri nasıl ki mucizeyi açıkça görmelerine rağmen inanmadılarsa, inanmak istemezlerse yine de inanmayacaktır. Ama hatırlamalıyız: Tanrı somut iman gösterilmesinden hoşnut oluyor. Bizim amacımız insanları değil ama Tanrı’yı hoşnut etmektir.
O zaman bu konudaki eksiklerimizi Tanrı’nın bize göstermesi için ve bizi bu konuda yetkinliğe eriştirmesi için hep birlikte dua edebiliriz.
Elbette dua ederken hem bireysel olarak kendimiz için, hem de kilisemiz için bu konuda dua edebiliriz. Çünkü aynı eylemi kilise olarak da yapabilmemiz gerekiyor. Bir dua zamanı yapalım ve ilk olarak hep birlikte bu konuda da edelim.
Tanrı hepimizi bereketlesin. Amin.